Paylaş
“Bu hükümetin içinde yolsuzluk var, hırsızlık çetesi var... Benim yanımda olacaksın...”
Konuşamıyoruz, bilemiyoruz, ama işitiyoruz, hissediyoruz, bazen de görüyoruz.
Haklı...
-Ülkemizin gittikçe otoriterleşen ve “reisleşen” başbakanı diyor ki:
“Polis ve yargı içinde bir çete var... Bu çeteleri çökerteceğim. Benim yanımda ol...”
O da haklı...
Ergenekon, Odatv ve Balyoz davalarında yapılan haksızlıkları gördüm, o insanların çektikleri ıstıraba, onlara yapılan işkenceye, hukukun ve polisin ne hale getirildiğine tanık oldum.
Öyleyse ben.. biz nerede durmalıyız...
Bu savaşta iki türlü “tarafsız” kalabilirim.
-BİR: “İki taraf da haklı, iki tarafın söylediğine de inanıyorum” diyebilirim...
Bunun özeti de şu olur:
Cemaat haklı...
“Kabinede yolsuzluk ve hırsızlık yapan bakanlar var...”
Başbakan da haklı:
“Yargı ve polis içinde çete niteliğinde bir yapılanma var...”
En tehlikeli pozisyon: İkisini de suçlayan bir tavır...
İki tarafın da düşmanı haline gelebilirsin...
Öyleyse ikinci tarafsızlık pozisyonuna geçelim:
-İKİ: İki taraf da haksız...
Bundan çıkan sonuç nedir?
“Hükümette hırsızlık ve yolsuzluk yok, polis ve yargı içinde yapılanma yok...”
İkisini de aklayan bir duruş. Daha az tehlikeli bir pozisyon...
Ama iki pozisyon arasında çok önemli bir psikolojik fark var:
Birincide aklınız: Birincisine canıgönülden inanıyorsunuz, ama aklınız bunu söylemeye el vermiyor.
Çünkü bu savaş bir gün biter ve kazanan taraf size dönüp “Sen bana hırsız, sen bana çeteci demiştin” diyebilir...
İkincide vicdanınız: İkincisine hiç inanmıyorsunuz, ama onu söylemeye de vicdanınız el vermiyor.
O vicdan size her gün “Yuh bütün bu olup biteni görmeyip üç maymunu mu oynadın” der...
O zaman bertaraf olmamak için üçüncü ihtimal var.
“Taraf olmak...”
Ne o taraftayım, ne bu tarafta; nerede olduğumu bilmiyorum ama iki tarafa da ne söyleyebileceğimi çok iyi biliyorum:
Kendi yandaşınızdan, kendi tarafınızdan kesin “biat” bekleyebilirsiniz...
Ama militanlaşmamış bir dimağdan bunu beklemeyin...
Onun yerine şu sorunun cevabını aramak daha yararlı olur:
“Nerede hata yaptık...”
Böyle yapmazlarsa ne olur?
Türkiye’nin fanatik olmayan çoğunluğu tarafsız bölgeye geçer ve şunu der:
“Arkadaş, ikiniz de haklısınız...”
Bak kardeşim, ne bu polis senin polisin ne de bu yargı
BOYNUNDA, o şehrin, kasabanın futbol kulübünün fuları, her gün haykırıyor:
“Benim polisim...”
Sen, “Benim polisim” dersen, demokrasi de der ki:
“Hayır kardeşim, o senin polisin falan değil... O devletin polisi.”
Hele hele “senin yargın” hiç olamaz.
“Benim istihbaratım” dersen de olmaz, çünkü orası senin kiraladığın “Pinkerton özel dedektiflik bürosu” değil.
“Benim ordum, benim genelkurmay başkanım” da olamaz...
O, Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusu...
Bak kardeşim, orası “senin maliyen” değil... Olamaz...
Vergi müfettişi de “senin intikam kılıcın” değil.
Eğer devlet içindeki çetelerden şikâyetçiysen, eğer o kurumların şunun veya bunun militanı olmasını istemiyorsan, önce kendi militan kafanı o kurumlardan çek...
Yani, devleti çetelerden temizleyeceksen...
Devlet gibi devlet olsun istiyorsan...
Kendin ve yakınlarının deyişiyle “Burası muz cumhuriyeti değil” diyorsan...
O devlet “senin devletin” de olamaz...
Çekin artık hepiniz elinizi, kolunuzu ve dilinizi o devletin üzerinden, içinden, orasından, burasından...
Bir Kazanova kadının gönlünü mü fetheder
UYKUSUZLUK insanda tuhaf alışkanlıklar yaratıyor.
Bir süredir başucumda bir not defteri ile yatağa giriyorum.
Seyrettiğim filmlerdeki ilginç sözleri not ediyorum.
Önceki akşam Lasse Hallström’ün harikulade “Kazanova” filmini seyrediyordum.
Kazanova şunu söylüyor:
“Ben fethetmem, teslim olurum...”
Kütüphanemde 4 yıl önce bir arkadaşımın Londra’dan alıp hediye ettiği Casanova’nın 12 ciltlik “History of My Life”ını okumaya başladım.
Çocukluğumda okuduğum 10 ciltlik “İki Çocuğun Devriâlemi” kitabından sonra en büyük okuma girişimi...
Filmde, Kazanova’nın verdiği ilk iki “Kazanovalık” dersini de aldım:
-“Sevilmek istiyorsan, sevilmeye layık ol.”
-“Bir kadının etrafında ateş ol, pervane değil...”
Son bir sıkıntı var, sonra sabah olacak
BU savaştan kim galip çıkar?
Tahminim şu: Kısa vadede, devletin organları üzerinde kim daha büyük terör estirirse o...
Büyük bir ihtimalle de hükümet...
Bunun bir “Pirus zaferi” olacağı kesin...
Yani kazananın da çok şeyini kaybettiği bir zafer.
Bundan daha önemli soru ise şudur:
Kazananın psikolojisi ne olacaktır?
Kim kazanırsa kazansın, aşırı bir güç duygusuyla girdiği bu savaştan, daha da aşırı ve kontrolsüz bir güç psikolojisiyle çıkacaktır.
Zaten Olimpos’un zirvesine yerleşmiş olan kibir, daha da yükseklere çıkacaktır.
Yani insan organizmasının kaldıramayacağı yüksek bir irtifaya...
Bu savaştan muzaffer çıkacak komutan, Kartaca komutanları gibi intikam ateşini içinde daha da çok hissedecektir.
Bunun sonunda, yanında olmayan herkesi düşman görüp, herkesten intikam almaya iman etmiş bir dönem başlayabilir.
Korkmamak lazım... Herkes emin olmalı ki, bu çağda böyle bir “Chavez rejimi” sürdürülebilir değildir.
Herkes emin olmalı ki, bu ara rejimden sonra Türkiye’de gerçek demokrasinin güneşi doğacaktır.
-Türkiye, “milliyetçiliğin otoriter yozlaşması”yla hesaplaştı.
-Solcu zihniyetin otoriter yozlaşmasıyla hesaplaştı.
-Askeri vesayetin otoriter yozlaşmasıyla hesaplaştı.
-Şimdi de İslamcılığın otoriter yozlaşması ile hesaplaşıyor.
Türkiye demokrasisi bundan da muzaffer çıkacaktır...
Paylaş