Ertuğrul Özkök: Vazgeçilen bir keyfin gizli tarihi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

HER şey sinsi bir tansiyonla başlar. Veya hafif bir kalp çarpıntısı, ne bileyim basit bir terleme veya ona benzer bir şey.

Doktora gidersiniz ve o gün keyiflerinizin bir bölümü hayatınızdan çekilmeye başlar.

Önce tuz gider.

Arkasından kahve.

Sonra ötekiler.

İşte o zaman kendi kendinize ilk defa sorarsınız.

‘‘Tanrım, en keyifli şeylerin sağlığa en zararlı şeyler olması bir kader midir?’’

Yoksa tıbbın biçareliği mi?

* * *

Wolfgang Schivelbusch’un ‘‘Keyif verici maddelerin tarihi’’ kitabını işte böyle bir yaşta bu duygularla okuyorum.

Keyiflerin tek tek hayatımdan çıkarılmaya çalışıldığı bir dönemde.

Tuzu kestiğim, kahveyi günde bir ikiye indirdiğim, baharattan uzak durmaya zorlandığım bir yaşta.

Bu öfke ve bu biçarelikle okuyorum.

Gençliğimin bir Paris sabahında, köşedeki cafede taze kahvenin kokusunu aldığım o ilk steril anımı hatırlıyorum.

Bütün marazların bana uzak, çok uzak, keyif ve hazların ise çok yakın ve akraba olduğu bir günü.

Gecenin çok geç bir saatinde, karanlıkların enterne ettiği bir tenhalıkta, Charles Aznavour'u, Leo Ferre'yi dinlediğim bir kuytuda tek başıma içtiğim kahveyi ise artık hatırlamak bile istemiyorum.

Hayatın bu nankörlüğüne, tıbbın bu nankörlük karşısındaki sefaletine söyleyecek söz bulamıyorum.

Oysa o keyif kelimelerinin kökenlerinde bize nasıl hain tuzaklar varmış...

Mesela Latince'de sağlık (salubritas) kelimesi, tuz (sal) kelimesinden geliyormuş.

Salzburg gibi birçok şehrin adı da, tuz kelimesinden türetilmiş.

Ne hazin bir kader...

Sağlıktan gelen bir keyif, nasıl olur da sonunda sağlığı yok eden bir terminatör haline dönüşebilir?

* * *

Ya karabiber?

Cennetin olduğu yerden, cennet mahallesinden gelen bir keyif maddesi?

Ve İslam áleminin şarabı olarak bilinen kahve.

Avrupa'ya ne kadar ulvi gayelerle, bir kurtarıcı gibi geldiğini biliyor muydunuz?

Öyle bir Avrupa düşünün ki, zanaatçı ve tüccar kalfaları sabah güne, bira ve şarap içerek başlıyorlar.

Kahvaltının en muteber yemeği ‘‘bira çorbası’’...

* * *

Kafalar daha sabahtan bulanır ve çalışma gücü sabahtan kaybolup gider.

Ortaçağa özgü yaşama sevinci, henüz Protestan ahlakına teslim olmamıştır.

İşte o nedenle Luther'in kafası bile karışıktır.

Bir yandan ‘‘içki şeytanından’’ söz ederken, bir yandan da ‘‘şarap, kadın ve şarkısız bir yaşamın ancak aptallara özgü olduğunu’’ söyleyebilmektedir.

Ama her keyfin bir panzehiri vardır.

Nitekim o ahlak hemen kendini ortaya kor.

Uyuşturucu, şarap ve biranın karşısına, ayıltıcı oryantal kahveyi çıkarır.

Böylece ‘‘alkolün bulandırdığı kafayla sızıp kalan insanlık, kahvenin yardımıyla aklını başına toplar ve işlerine dört elle sarılır’’.

Bunun şiiri bile hazırdır:

‘‘Bulanık bira kirli bir sisle

Doldurduğunda beynimizi

Merhametli Tanrı gönderdi bize

Bu her derde deva meyveyi...’’

Michelet bu yeni ahlaklı keyfin cinsel tarifini de hemen yapar:

‘‘Cinsel organlar yerine, nihayet tinsel organı uyaran anti erotik kahve.’’

O yüzden cinsel ilişkide bulunması yasak olan ruhban sınıfına şiddetle tavsiye edilir.

Ama dedim ya, her keyfin bir hududu vardır.

Londralı kadınlar 1674 yılında cinsel organı by-pass edip, sadece ruhu uyaran bu yeni keyif maddesine karşı ilk manifestolarını yayınlarlar.

Kahvenin yasaklanmasını isterler.

* * *

Bana gelince...

Ben bitaraf bir gözlemci, hüzünlü bir keyifçiyim.

Sabah kahvemden asla vazgeçemiyorum.

Biçare tıbba verebileceğim tek taviz, öğle ve akşam kahvelerim olabilir.

Yazarın Tüm Yazıları