Paylaş
FERHAN Şensoy, geçen pazar günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan mülakatının arasına küçücük bir cümle sıkıştırmış. Yok sıkıştırmamış, taammüden koymuş.
Bir cümle bile değil, yarım cümle:
‘‘Ustasızlık ne acı...’’
İlk ustası Haldun Taner'miş.
Listenin sonuna emanetini devraldığı Münir Özkul'u koymuş.
İlk ve son usta arasına, daha birçok başka ustaları eklemiş.
‘‘Usta’’ sadece insanın yüz yüze tanıdığı bir kişi midir?
Ferhan Şensoy, ‘‘Hayır’’ diyor.
Hayatında hiç karşılaşmadığı Turgut Uyar'ı da ustaları arasında sayıyor.
* * *
Belki herkesin olmaz ama, benim içimde adı konmamış bir ‘‘lonca’’ düzeni vardır.
Onu kimse yıkamaz.
Hocalarımdan önce kapıdan geçmem.
Meslekte saygı duyduğum büyüklerim oturmadan yerime oturmam.
Kendi kurallarını kendim koyduğum bir lonca ahlakı, hiç yazılmamış bir kitap gibi hep başucumda durur.
Oysa o loncalar hiç olmadı.
Hepsi hayaliydi.
Hepsi şahsi, sadece bana ait bir kurallar bütünüydü.
Çünkü ‘‘Ustasızlık ne acı’’ cümlesinin manasını çok iyi bilirim.
Kenar mahallelerden çıkıp ‘‘Avustralyalılaşmak’’ isteyen bütün hırslı çocuklar bunu çok iyi bilirler.
Öyleyse kimdir bu görünmez loncalarımızın ‘‘ustaları’’.
Bazen, bir şeyler olma arzunuzun, bir huni borusuna sıkışıp tıkandığı anda elini size uzatan insandır.
Komplekssiz, sizi incitmeyen bir ustalıkla.
Ve o anı hayatınız boyunca size bir gün dahi hatırlatmayarak.
İleride, o zarif eli hatırlamayı sadece ve sadece sizin insafınıza ve vefanıza bırakarak uzatan insan.
O el uzanır, o kapı açılır ve bir adım atınca önünüze yeni bir dünya açılır.
Bir fırsatlar dünyası.
Aklınızı, hırsınızı ve kabiliyetinizi, yani hayat maharetinizi ispat edebileceğiniz yeni bir dünya.
Bazen size mesleğin basit bir türüğünü öğretir.
* * *
O puzzle'ın son parçasını kendine saklamama yürekliliğine sahip bir insandır.
Sonra bir yerlere doğru gidersiniz. Bir yerlere gelirsiniz.
Arkanıza baktığınızda eğer hoyrat bir nankörlük, kaba bir inkárcılık gözlerinizi kör etmemişse, sizi takip eden o yumuşak ayak izlerini görürsünüz.
Özellikle gece yarıları, uykusuz karanlıklarda daha iyi görürsünüz.
O insani ‘‘itişler’’ öyle gecelerde fosfor gibi parlarlar.
Şimdi geriye baktığımda ben hangi ayak izlerini, beni ileri doğru itmek için açılmış hangi ellerin fosforlu izlerini görüyorum.
* * *
Tabii ki annemi ve babamı.
Genetik ustalarımı.
Bir Kuşadası balkonunda, uzun saçlarım, aykırı hippi kıyafetimle ilk tanıştığım andan itibaren bana güvenen kayınvalidem Perihan Oral'ı.
Bana İnönü adabını öğreten kayınpederim Hüdai Oral'ı...
Ama diyeceksiniz ki birisi, insanın hem annesi babası, hem ustası olur mu?
Oluyor işte...
Gazi İlkokulu'ndaki Hatice öğretmenimi...
Başka öğretmenlerim de var.
Adları uzun bir liste oluşturur.
Ama ilkokul öğretmeninizi sevmişseniz, o bambaşka bir insan.
Onun yüzü ve elleri bütün hayatım boyunca bir yakamoz gibi parladı.
Sonra meslekteki yıllarım.
Bana gazetecilikteki ilk ağabeyliği yapan ‘‘ustalarım’’.
TRT'de Hüsametttin Ünsal ve Muammer Yaşar Bostancı.
Paris yıllarımda bana yepyeni bir hayatı ve ilişkileri açan Hıfzı Topuz.
Benim hakkımda basında ilk yazıyı yazan Melih Cevdet Anday.
Yankı Dergisi'nde bana sayısız dersler veren Mehmet Ali Kışlalı.
Hepimize yeni bir hayat tarzı ve yeni bir gazetecilik ufku açan Güneri Cıvaoğlu.
Hem siyasette, hem basında hep bana destek vermiş olan Orhan Birgit.
Öğretim üyeliği yıllarımda bana hep destek veren Emre Kongar.
Bana Babıali yolunu en tepeden açan eski patronum Erol Simavi.
Kelkit sokaklarından New York caddelerine kadar upuzun bir coğrafyada bana hayat ve mücadele derslerinin en büyüğünü veren patronum Aydın Doğan...
Onların hepsi benden yaşça büyük.
Bir de yaşça küçük ustalar var.
Uzun Paris ve Ankara akşamlarında bıkmadan usanmadan anlatan Enis Batur.
Tabii sadece eserleri ve yazılarıyla bana ustalık yapanlar.
Listesi uzun...
* * *
İşte öyle gecelerde geriye baktığımda gördüğüm o ışıl ışıl yanan yol bana hep şunu söylüyor:
‘‘Benim loncam kalabalık.’’
Ve loncası tenha insanlara baktığımda, ben de Ferhan Şensoy'la aynı şeyi düşünüyorum.
‘‘Ustasızlık ne acı...’’
Paylaş