Paylaş
31 Mart seçiminden sonra yapılmış en geniş çaplı anket de diyebilirsiniz.
Optimar Araştırma Şirketi tarafından 7-14 Mayıs tarihleri arasında, 26 şehirde, 3 bin 500 kişi üzerinde yapılmış geniş bir araştırma.
Sonuçları geçen hafta alındı.
İlk defa burada okuyacaksınız.
Ve sıkı durun...
*
- Vatandaşa sorulan soru şu:
“Kendinizi dini anlayış bakımından nasıl tanımlarsınız?”
*
- Cevaplar şöyle:
- Yüzde 89.5: “Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorum.”
- Yüzde 4.5: “Bir yaratıcı olduğunu düşünüyorum ama dinlere inanmıyorum.”
- Yüzde 2.7: “Bir yaratıcı olup olmadığından emin değilim.”
- Yüzde 1.7: “Bir yaratıcı olduğunu düşünmüyorum.”
- Yüzde 1.7: “Cevap yok.”
*
Bunun anlamı şu:
- BİR: Türkiye artık yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke değil.
- İKİ: Türkiye, nüfusunun yüzde 89.5’i “Müslüman”, yüzde 4.5’i “deist”, yüzde 2.7’si “Tanrı’nın varlığından şüphe eden”, yüzde 1.7’si “ateist” bir ülke...
*
O zaman şu soruya gelelim.
-Türkiye, daha önce gerçekten yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke miydi?
Evet aşağı yukarı öyleydi.
*
- Ne kadar zaman önce öyleydik?
Sadece iki yıl öncesine kadar.
*
Şimdi gelin bakın...
Bu son 2 yılda ülkemizde nasıl büyük ve dramatik bir değişme olmuş.
SADECE İKİ YILDA DEİST VE ATEİST ORANI 7 PUAN ARTTI
OPTİMAR şirketi buna benzer son araştırmayı 2017 yılında yapmış.
O gün bu soru iki aşamalı sorulmuş.
- BİR: “Kendinizi herhangi bir dine mensup hissediyor musunuz?”
CEVAP: Yüzde 96.1: “Evet.”
Yüzde 1.7: “Hayır.”
Yüzde 2.2: “Cevap yok.”
*
- İKİ: Bunun üzerine şu ikinci soru sorulmuş: “Sakıncası yoksa kendinizi hangi dine ait hissediyorsunuz söyleyebilir misiniz?
CEVAP: Yüzde 99.9: “Müslüman.”
*
İnanç araştırmaları cevap almanın çok kolay, ama gerçek cevabı almanın zor olduğu araştırmalardır.
O nedenle çapraz sorularla desteklenmesi gerekir.
Bizimki gibi baskının ve muhafazakâr mahalle baskısının yüksek olduğu toplumlarda, bir de iktidarda İslami bir parti varsa, bu sorunun cevabını almak daha da zordur.
Yani diyeceğim şu: Bu dramatik değişim 7 puanın da çok üzerinde olabilir.
TÜRKİYE DİNDEN NEDEN UZAKLAŞIYOR
SON yıllarda ne oldu da Müslümanlığa karşı böylesine dramatik bir değişim var? Eğitimin imam hatipleştirilme projelerine, din derslerinin zorunlu hale getirilmesine ve ağır bir dini belagatin bastırılmasına rağmen neden böyle dramatik bir şekilde dinden uzaklaşma var?
Bu sonuç, “dindar” ve “kindar nesil” tezinin, “belagat şehveti” üslubunun ve “nefret söyleminin” çöküşünü ilan ediyor.
Bence AK Parti’nin stratejisini hazırlayacak kişilerin Optimar’ın başkanı Hilmi Daşdemir ile bu anketin sonuçlarını konuşmalarında büyük yarar var.
HARİKA DİZİ: BANA ‘GAME OF THRONES’U UNUTTURAN HARİKA DİZİ
Hepimiz Game of Thrones’un son sezonuna odaklanmışken, HBO, bana onu unutturan bir mini dizi ile geldi.
Digiturk’ün yayına koyduğu ve ilk 2 bölümü yayınlanan “Çernobil” dizisi için şunu söyleyeceğim. Son yıllarda seyrettiğim en etkileyici ve en sürükleyici drama...
Yine diyeceğim ki...
Mutlaka seyredin...
Nükleer enerji yandaşı olsanız da karşıtı olsanız da seyredin.
Medya özgürlüklerini ortadan kaldıran totaliter rejimlerin sadece kendi ülkelerinde değil, bütün dünyada nelere mal olabileceğini görün.
Ve dibimizde meydana gelmiş tarihi bir felaketi bizim de ne kadar şuursuzca yaşadığımızı görün. Bence kapanmakta olan televizyon döneminin son zaferlerinden biri bu dizi...
O HABERİN GELDİĞİ GÜN HÜRRİYET’TEKİ HAVA
O haberin geldiği günü çok iyi hatırlıyorum. Nisan ayının son günleriydi... Yer Cağaloğlu’ndaki Hürriyet gazetesi binasıydı. Ben Hürriyet yayın koordinatörüydüm.
Üstümde genel yayın yönetmeni olarak rahmetli Çetin Emeç vardı.
Altımda ise genel yayın müdürü olarak Seçkin Türesay...
*
Önümüze gelen haber şuydu:
“Rusya’nın Kiev şehri yakınlarında nükleer santralda yangın...”
Küçücük bir haberdi ama benim alarme olmama yetmişti.
Ne çare ki, bütün medyanın sadece rahmetli Özal’ın o gün söyledikleriyle manşetlerini yaptığı günlerdi ve derdimi anlatamamıştım.
*
Aslında olay 26 Nisan 1986 günü meydana gelmişti. Ancak dünya bunu 48 saat sonra öğrenebildi.
Onu Sovyet rejimi açıklamadı. Almanya ve Polonya’da radyasyon oranının aniden yükselmesiyle fark edildi.
*
O günden sonra gazeteci olarak bu tarihi felaketi hep çok yakından izledim. Ve kazadan iki yıl sonra bu tarihi kazanın meydana geldiği santralın kapısı dünya medyasına açıldığında, oraya giren ilk 10 gazeteciden biri bendim.
30 YIL ÖNCE SANTRALDA GİYDİĞİM ÖNLÜK VE ŞAPKA
ASLINDA olaydan 1 yıl sonra Kiev’e gidip santrala girmeyi denedim.
Ama Çernobil’in 30 km çevresi hâlâ yasak bölgeydi.
Sadece sınırına kadar gidip fotoğraf çektirebilmiştim.
Santrala ilk kez kazanın ikinci yılında giriş izni verildi.
Dünyadan sadece 10 gazeteci davet edildi.
Biri de bendim ve içeriden fotoğraf çeken ilk gazeteci de ben oldum.
- Dizide gördüğüm santral görüntüsü ile o gün benim gördüğüm birebir aynı.
- İlk iki bölümde santralın içinden yansıtılan görüntüler de aynı.
- Bize santralın içinde giymek üzere verilen ve mühendislerle teknik personelin giydiği beyaz önlük ve şapkalar bu fotoğraflarda da göreceğiniz gibi aynıydı.
- Santralın çevresindeki kazadan sonra boşaltılan Pripyat şehri de neredeyse aynı.
‘ÇERNOBİL’ DİZİSİ HANGİ CÜMLELERLE BAŞLIYOR
- DİZİ bir intihar sahnesi ile başlıyor. Ekranda şu cümleleri okuyoruz:
“Asıl tehlike şu ki yeterince yalan duyarsak, doğruyu artık tanıyamayız.
Sonra ne yapabiliriz?
Geriye, ummaktan bile vazgeçip hikâyelerle yetinmek kalır sadece...
Bu hikâyelerde kahramanların kim olduğu önemli değil...
Bilmek istediğimiz tek şey kimin suçlu olduğu...”
30 YIL SONRA BU DİZİYİ İZLERKEN ALDIĞIM NOT
- Bir ülke, bir tek adam ve totaliter bir ideoloji etrafında parti/devlet haline getirildiğinde felaketler de başlıyor.
*
- Böyle bir parti/devlette liderin etrafındaki “demir yalaka çekirdek”, gerçekleri hem liderden hem vatandaştan saklamak için seferber oluyor.
*
- Ama böyle anlarda dahi, lidere gerçekleri anlatacak birkaç yürekli insan çıkıyor.
*
- Bu yürekli aydınlar sanki ilahi bir emir almış gibi birbiriyle ilişkiye geçiyor, bir araya geliyor.
*
- En kötü diktatörlüklerde bile isimsiz kahramanlar ortaya çıkıyor ve işlerini yaptıktan sonra aynı isimsizlikle geri plana çekiliyorlar.
*
- En kötü, en katı diktatörlükler, baskı rejimleri bile gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkmasına mani olamıyor.
*
- Bu da önümüze şu gerçeği koyuyor: Her nesil kendi acısını bilmek ve zamanı geldiğinde anlatmak zorunda...
Paylaş