Türk halısı üzerinde üçlü aşk

İki gay ve bir femme fatale... Tuhaf bir üçlüydü. Aralarında flört vardı, cinsellik bütün teğetlerini geçiyordu, ama onları birbirine bağlayan şey elbiselerin teğelleriydi

Geçenlerde Paris’te o sokaktan yine geçtim.
Dar bir sokaktı.
Arkadaşım, binanın ikinci katında oturuyordu.
Altında bir diskotek vardı. Hayatı boyunca sigarayı tanımayan dimağım, esrarın kokusunu ilk defa orada hafızasına kaydetmişti.
Dumanaltı hafızası diye bir şeyin de olduğunu orada öğrenmiştim.
Çok güzel bir kadındı. Sarı saçları, mavi gözleri vardı.
Herkes aramızda bir ilişki var zannederdi, zannetmekten öte eminlerdi.
Oysa biz belki de ilişkinin teğet geçtiği sadece iki arkadaştık.
Başına buyruktu. Ne zenginler göz dikmişti, dönüp bakmamış, gidip sokağının köşesindeki barın garsonuna aşık olmuştu.
Yakışıklı, Güney Fransa edalı bir garsondu./images/100/0x0/55ea7fedf018fbb8f883fe2e
¡
Bir gün okula geldiğinde yüzü dağılmış haldeydi. Gözünün altındaki hafif morluğu biraz geç fark etmiştim.
Dersten çıkıp, köşedeki kafeye gittiğimizde anlatmıştı.
Âşık olduğu garsonun gay bir sevgilisi varmış.
Bir gece önce arkadaşımın evine gelmiş ve orada büyük bir kıskançlık krizi yaşanmış.
Gay sevgili bu arada arkadaşımın yüzüne yumruk atmış.
Arkadaşım garson sevgilisini bırakmadı, o da arkadaşımı.
İki gay arasına giren güzel bir kadının ne olduğunu ilk defa o gün öğrendim.
¡
29 Ocak 1962 günü, genç bir adam, Paris’in Saint-François-Xavier kilisesinden içeri girip bir mum yaktı.
Koyu lacivert takım elbise giymişti. Lacivert üzerinde noktaları bulunan bir kravat takmıştı. Boş kilisenin sıralarından birine diz çöktü ve dua etmeye başladı.
26 yaşındaydı ve kısa süre önce Cezayir’den Paris’e gelip Dior’da çalışmaya başlamıştı. Yani geçen yıl Galliano’yu kovan modaevinde.
Adı Yves Saint Laurent’di...”
O gün, kendi adına kurduğu modaevinin ilk defilesi yapılacaktı.
Defilenin gözbebeği Goyesca adı taşıyan bir elbiseydi.
Ünlü ressam Goya’nın kadınlarından esinlenmişti.
Elbiseyi Victoire (zafer) adında bir manken taşıyacaktı.
Bugünkü hikâyemiz, işte bu olağanüstü kadını anlatıyor.
¡
Victoire, 1932 yılında anarşist bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti.
Dönemin klasik kadınlarından çok farklıydı. Her şeye meydan okuyordu. Boyu uzun değildi ama tarzı, duruşu, kalçaları ve yüzüyle ‘New Look’ denilen moda devriminin aradığı kadındı.
Kadınlar giydiği elbiseyi, erkeklerse bedenini arzuluyordu.
Dior’da mankenlik yaparken, Yves Saint Laurent’le tanışmıştı.
Aynı günlerde Karl Lagarfeld de onlara katılmış ve dışarıda egzistansiyalizmin çılgın rüzgârları eserken, onlar ilginç bir üçlü oluşturmuştu.
İki gay ve bir femme fatale...
Arkadaşları Victoire’a, Hint inanışından esinlenerek Vişnu adını takmışlardı.
Geceleri üçü birlikte çıkıyordu. Lagarfeld soğuktu, içki içmezdi.
Yves Saint Laurent ise farklıydı. Victoire’la durmadan dans eder, bedenini onunkine yapıştırırdı.
Utangaç, hareketsiz Lagarfeld ise oturduğu yerden onları kıskançlıkla seyrederdi.
Tuhaf bir üçlüydü. Aralarında flört vardı, cinsellik bütün teğetlerini geçiyordu ama onları birbirine bağlayan şey elbiselerin teğelleriydi.
Ve bir gece, çok geç saatlerde Tournon sokağındaki eve birlikte gelmişler, üçü bir Türk halısının üzerinde birbirlerine sarılarak uyumuşlardı.
Elbiselerini çıkarmamışlardı. Birbirlerine sarılmış ama kimse kimseye dokunmamıştı.
O geceyi hayatları boyunca unutmayacaklardı.
Bütün hayatını başka erkeklerle yaşadığı aşklarla geçiren Yves Saint Laurent bir gün arkadaşına şunu itiraf edecekti:
“Eğer bir kadınla evlenseydim; evleneceğim tek kadın Victoire olurdu...”
Bu sözler, yıllar sonra bana güzel arkadaşımın morarmış gözünü hatırlatacaktı.
O gün anlamıştım ki; her gay’i baştan çıkaracak bir kadın vardır.
¡
Saint Germain’in en çılgın günlerinde Türk halısı üzerinde yaşanan bu tuhaf üçlü ilişki, olabilecek en dramatik biçimde bitti.
Yves Saint Laurent’le Victoire’ın arası açıldı.
Kadınların intikamı bazen korkunçtur.
Victoire, ihtiraslı bir sanatçıya yapılabilecek en kötü şeyi yaptı.
Bir sabah, Yves Saint Laurent’in çalıştığı yere pantolon bir takımla geldi.
Yani, kadını en kadın halinde göstermek isteyen Saint Laurent’i çıldırtacak bir kıyafetle.
Ama asıl intikam başka yerdeydi.
Üzerindeki takım, o günlerde parlayan en devrimci modacı Courreges’in tasarımıydı.
Yves Saint Laurent, o günün kadınlarını giydirirken, Courreges, yarının kadınını giydirmeye hazırlanıyordu.
“Kadınlar merdivenleri rahat çıkmalı” diyordu.
Kadına mini etek giydiriyordu.
Yani, beni hayatım boyunca mahveden en büyük kadın devrimine hazırlanıyordu.
Victoire’ın, üçlü gecelerde Karl Lagarfeld’e sokulması bile Yves Saint Laurent’i bu kadar kıskandırmamıştı.
¡
Bir daha görüştüler mi bilmiyorum.
Ama morarmış bir arkadaş gözü, pantolon bir takım elbise...
Ve Victoire bakışları...
Kadın her savaştan, ‘zaferle’ çıkar...

(*) Marie-Dominque Lelievre: ‘Saint Laurent; Mauvais garçon’, Flammarion; 2010
Yazarın Tüm Yazıları