Tembel fahişenin intikamı

HARİKA bir “Cat walk”la önümden geçen kadının ayakkabılarının tabanına takılıyorum.

Haberin Devamı

Uzun, bitmeyen bacakların attığı her adımda, ayakkabının altındaki o kırmızı renk, büyüyor, büyüyor, her yer kıpkırmızı oluyor.
Gözümün önünde tuhaf bir renkler resmigeçidi başlıyor.
Kızılötesi, mosmor, mor ve ötesi...
Yetmiyor kendim yeni renkler icat ediyorum:
Abysiss laciverdi, deep blue, Purple haze.
Ve “Red sole..” Kıpkırmızı taban...
* * *
Yanımda oturan kadına soruyorum:
“Christian Louboutin mi?”
“Herhalde” diyor.
Herhalde değil, ta kendisi, biliyorum, hissediyorum.
Çünkü 10 metre yakınında bir çift “Louboutin” yürüdüğünde, her erkek fark kokusunu alır.
Başka bir çift ayakkabı olsa, “Bu kadar yüksek topuğun üstünde nasıl yürünür” diye sorabilirsiniz, ama söz konusu Louboutin ise gerisi teferruattır.
O ıstırap çekiyor mu, umurunuzda değildir.
Çünkü o sırada aklınız yataktadır ve o ayakkabıyı yürürken değil, yatarken seyretmeyi hayal etmektesinizdir.
Önceki cuma akşamı, İstanbul Fashion Week’teki “Damat-Tween” defilesinde, Irina Shayk önümden geçerken, ayağındaki ayakkabılara işte böyle takılıyorum.
* * *
Biraz sonra yemeğe geçecek, solumda Dita Von Teese, solumda ise Irina oturacak, iki saat sohbet edecektim.
Bariz bir “fetişizm” diyebilirsiniz.
Ben “Estetik takıntı” demeyi tercih ediyorum.
Nancy Sinatra’nın “These boots are made for walking” şarkısını ne zaman dinlesem, sözlerini “Bu ayakkabılar yatmak için yapılmıştır” diye söylüyorum.
Bana göre erkekler ikiye ayrılırlar:
Bu duygusunu itiraf edebilenler, etmeye utananlar...
Üçüncü kategori? Varsa da ilgi alanıma girmez. Ben zebra isem, onlar zürafa, fil. Ne bileyim belki de tapir.
* * *
Hep şu sorunun cevabını merak etmişimdir.
Acaba kadınlar, yüksek topuklu bir ayakkabı ile yatağa girme konusunda ne düşünür, ne hissederler?
Bana sanki, erkek istedi diye yapıyorlar gibi bir duygu verirler.
Sanki o ayakkabı bir önsevişme enstrümanıdır ve ilk fırsatta çıkarılıp rahatlanılır.
“Esquire” Dergisi’nin son sayısında, Charlotte Church’le yapılmış çok provokatif bir mülakat okudum.
Charlotte Church kim diye sorarsanız en kestirme cevabı şudur:
“Meleklerin sesi...”
Çok küçük yaşta, arya benzeri şarkılarla tanındı.
Sesi de görüntüsü de tam bir melekti.
Şimdi büyüdü ve çok seksi bir kadın oldu.
İşte o kıza sormuşlar:
“Yüksek topuklu ayakkabı ile yatağa girer misiniz?”
“Belki” demiş.
Bana göre “Kesin...”
Ne diyordu Mehmet Ergüven?
“Aldığımız zevklerden bıkarız, ama verdiklerimizden asla...”
Mülakatta çok hüzünlü bir şey söylüyor:
“Bugüne kadar hiçbir erkek bana iç giyim almadı...”
Ne diyeyim.
Bu yıldızların altında, “vereceği zevkin” nimetini bilmeyen ve asla öğrenemeyecek o kadar çok sersem erkek dolaşıyor ki.
* * *
Ve aşağıda “Melek kızımız”, “Ben tembel bir fahişeyim. Hangover olduğum, yani akşamdan kaldığım zaman bana en iyi gelen şey, ertesi günü evimde oyalanmaktır...” diyor.
Kendisine iç giyim alacak, Red sole ayakkabıları ile yatakta seyredecek bir erkeği yoksa, hangover başka nasıl atılır ki?
Tabii böyle bir kadının, erkeklerden alacak derin bir intikamı da vardır.
“Meleklerin sesi” okul yıllarında kendisine kötü muamele yapan erkeklerin karşısına geçip şöyle bağırırmış:
“Hepiniz şeyi o kadar küçük ki, çişinizi yapmaya cımbızla gitmek zorunda kalıyorsunuz...”
Dirty bitch O
* * *
Netice; vereceği zevki olmayan erkeğin cezası alacağı derstir.
Çünkü kadınlar çok iyi bilir ki, her erkeğin mutlaka küçük bir yanı vardır...
Orasında değilse burasında, bedeninde değilse karakterinde...

Yazarın Tüm Yazıları