Paylaş
Vallahi yok, billahi de yok.
İspatı mı?
Buyurun, bugün anlatacağım kadının
yaşı 47 değil 46...
Adı Suzan Portnoy. Fark ettiniz mi,
soyadı biraz tuhaf...
Size onun ölçüleri hakkında biraz bilgi vereyim.
1.65 boyunda.
Sarışın, mavi gözlü.
46 beden giyiyormuş ama özel antrenörle sıkı çalışıp 42 bedene inmiş.
Kadının sutyen numarasını bile öğrendim.
95 numara giyiyormuş. ‘B’ mi ‘C’ mi
o ayrıntıyı öğrenemedim.
Dışarıdan bakıp bir tahminde de bulunamam.
Beli ince. Kendi deyişiyle, “Bir kadına yakışan kalçaları” varmış.
Anladığım kadarıyla, “Kadına yakışan
kalça” ölçüsü, benimkine uyuyor.
Çünkü bunu dışarıdan bakarak tahmin edebilirim.
Düz bir karnı olduğunu söylüyor ki,
bu da doğru.
Bacaklarına gelince, yine kendi deyişiyle, “son 10 yıldır yaptığı egzersizler sayesinde
taş gibiymiş.”
Bu konuda, dıştan bakarak karar veremem. Kabul edersiniz ki, dokunmak lazım.
Evet, bayan Portnoy’la ilgili fiziki
bilgiler bunlar.
Şimdi gelelim asıl meseleye.
* * *
47 yaşına takıntım olmadığını bir kere daha ispat etmek için tekrarlıyorum.
Bayan Portnoy 46 yaşında.
Kocasından ayrılmış.
Çok enteresan bir hayatı var.
46 yaşında ‘Hayatı yaşamaya’ başlamış ve iki yıl içinde 122 erkekle ilişkisi olmuş.
Yanlış okumadınız, 122 erkek…
Hafta başına 1.2 erkek düşüyor. Bazı erkekleri yarım, bazılarını iki saydığı için, rakam tutuyor.
Yattığı erkeklere ilginç isimler veriyor.
Bay New York, İskoçyalı Antonio Banderas, Fransız Jigolo, Danimarka Pastası, Tantracı
Andy, Operacı vs.
Peki bu adamların gerçek isimleri yok mu…
Var elbette ama Bayan Portnoy’un şöyle
bir prensibi var:
Arkadaşı Michelle, ‘Erkeklerle üç kez
yatmadan onların bir isme sahip olmalarının gerekmediğine’ inanıyormuş.
O da arkadaşının fikrine yüzde 100 katılıyor.
Bir erkeği, aklınızda kalan ilk işaretle hatırlamak, ismini hatırlamaktan daha kolay.
Bir de şu da var:
Böylece bir erkeğe, hak ettiğinden daha
fazla değer de vermemiş olursunuz, ki, çok
rasyonel bir düşünce.
* * *
Bayan Portnoy’un en keyif aldığı şeylerden biri, Londra’da Rio adı verilen bir yere gitmek.
Görünüşe göre, Rio denilen bu yer, bir SPA merkezi. Yani saunaları, jakuzileri, masaj odaları, buhar odaları var.
Tahmin ediyorum şunu merak etmişsinizdir.
Hakkında bu kadar yakın bilgilere sahip olduğum bu kadını ben nereden tanıyorum.
Düşünsenize, kadının yaşını, boyunu, hangi beden giydiğini bütün ayrıntıları ile biliyorum.
Hatta sutyen ölçüsünü bile…
Hadi tahmin edin bakalım.
Görmesem bile yüzünüzdeki o hınzır
ifadeyi seziyorum.
İçinizden, Rio diyorsunuz.
Yanıldınız. Rio denen SPA merkezine
hiç gitmedim.
Yine yanıldınız, o 122 erkek arasında
ben yokum.
Bir arkadaşım mı? O da yok.
* * *
Bayan Suzanne Portnoy’u yazdığı
kitaptan tanıyorum.
Kitabın adı ‘Kasap, Fırıncı, Şamdancı’.
İngiltere’de çıktığı hafta kapış kapış okunmuş.
Altında ‘anı’ yazdığına göre, bize
hatıralarını anlatıyor.
Kitaba başlamadan önce tedbirimizi alalım.
‘18 yaş altındaki’ arkadaşlarımıza yasak.
Yani, içki içme hakkı olmayan vatandaşlarımızın bu kitabı okuma hakkı da yok.
İngiltere’de herkes bir solukta okumuş.
Ben de şahidim.
Geçen perşembe günü öğleden sonra
başladım. Gece bitmişti.
Özellikle ‘Muhafazakar’ arkadaşları tekrar uyarıyorum. Siz boş verin. Yakışmaz.
Kitabı elinizde görürlerse madara olursunuz, mahcup düşersiniz.
* * *
Arkadaşı Michelle, birlikte olduğu
erkeklerin çoğunun isimsiz kalmaya mahkum olduğunu söylüyormuş.
Zaten Bayan Portnoy da ne istediğini
çok iyi biliyor:
“Ben erkek arkadaş peşinde değilim. Seks peşindeyim” diyor.
Harbi kadın, ne diyeceksiniz…
Gerisi…
Gerisi bir aile gazetesinde yazılamaz.
“Be adam öyleyse niye yazıyorsun” diye sorarsanız; şundan;
Hani hayat 47 yaşında da güzel diye yazıp duruyorum, ya, “İşte bakın o yaşlarda böyleleri
bile var” demek için.
Suzanne Portnoy: ‘Kasap, Fırıncı,
Şamdancı’, Çev: Ceylan Ertung, Eme Yay.,
Mayıs 2011
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Hadi ben kenar mahalle çocuğuyum ama size okumanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum.
ÖZGÜR ORMANIN GEBEŞ KARILARI
Türkiye’de en beğendiğim dergilerden biri ‘Psikeart’.
Son sayısını ‘Tükenmişlik’ konusuna ayırmışlar. Hande Öğüt’ün ‘Patriyarkal kapitalizm’ başlıklı makalesi çok ilginç.
Bu makaleden, feministler arasında geçen ilginç bir tartışmayı öğrendim.
BİRİNCİ TEZ: Doğanın tahakküm altına alınması, erkeğin kadına hükmetmesiyle başladı. Kadın ve doğa yüzyıllarca aynı kaderi paylaştı. (Tabiat ana lafı acaba buradan mı çıktı?)
KARŞI TEZ: Kadınlıkla doğa arasında bağlantı olduğu düşüncesi; toprak anaları, edilgen ve doğurgan hayvanları, bedenlerine gömülü, düşünmeden yaşayan ‘gebeş karıları’ çağrıştırdığı için geri ve aşağılayıcıdır.
Ben karar veremedim.
Ama ‘ikinci dalga feminizmden’ sonra şimdi ‘eko-feminizm’ döneminin açıldığı ifadesi hoşuma gitti.
Paylaş