Paylaş
Çünkü o cümle, geçen pazar günü, ileride çok kullanılacak bir referans cümle haline geldi.
*
Olay şu: Geçen cumartesi günü “Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde edişinin” 86’ncı yılıydı... Demek ki bu Cumhuriyet 86 yıl önce kadına bu hakkı tanımış...
Tartışma AKP milletvekili Özlem Zengin’in kısaca özetlediğim şu sözleri ile başladı:
“Çok önemli bir gündeyiz. Fakat bu sadece oy verme ile ilgili bir hak olarak kalmıştır. Ama başörtülü olarak Meclis’e girebilme, yani seçilme hakkının gerçek manada kullanılması ilk defa 2015 seçimlerinde olmuştur.”
Buraya kadar hiçbir itirazım yok...
Yani konu sadece başörtüsü olan kadının seçilme hakkıysa bu cümle doğru...
Ama Özlem Zengin hemen arkasından ağır bir suçlayıcı tona geçiyor ve diyor ki: “Bakar mısınız? Siz 1934’ten bahsettiniz. 34 neresi? 2015 neresi? Siz 80 yıl gasp ettiğiniz kadınların hakkıyla alakalı neredesiniz?”
Ben buradaki “gasp etme”
fiiline takıldım.
Hemen söyleyeyim. Çalışmalarını ilgiyle ve çoğu kez beğenerek izlediğim bir milletvekili Özlem Zengin.
Müziğe olan tutkusu da ayrıca benim için sempatik bir özelliği... Onu böyle bildiğim için bu tartışmayı yapabileceğimi düşünüyorum.
*
Sayın Özlem Zengin “demokratik bir hakkın gasp edilmesinden” söz ediyor...
Önce şunu kayda geçirelim.
Bu ülke, yani Türkiye Cumhuriyeti, seçilmiş bir kadını başbakanlık koltuğuna oturtan ilk ülkelerden biridir.
Tansu Çiller’i yani...
*
İkincisi: Türk kadını sadece başörtülü muhafazakârlardan ibaret değil...
Yani kadınlarla ilgili bir meseleyi konuşacaksak, toplumun sadece bir bölümünün değil, tamamının ve başkalarının haklarıyla da ilgili konuşmalıyız...
Yani bu ülkede başka hangi kadınların hakları, kimler tarafından kaç yıl gasp edildi...
*
Sadece bir örnek vermek için, Behice Boran’dan başlayacağım...
BEHİCE HANIM BURSA’DA DOĞDU, NEREDE ÖLDÜ
RAHMETLİ Behice Hanım (Boran), şahsen tanıma imkânına sahip olduğum büyük bir Türk kadınıdır...
Behice Hanım bir Türk komünistiydi...
1 Mayıs 1910 günü, yani Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bursa’da doğdu...
Amerikan Koleji’ni birincilikle bitiren ilk Türk kızıydı.
Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerindendi.
Yani bir “Çalıkuşu Feride”ydi...
Türkiye’nin ilk kadın sosyoloğu idi.
Parti genel başkanlığı yapan ilk kadındı...
*
Ama hayat onun için çok çileliydi.
1965 yılında, yani 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlük ortamında TİP’ten milletvekili seçildi.
İki-üç dönem Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’yi temsil etti.
Siyasi fikirleri nedeniyle üniversiteden kovulan ilk kadın öğretim üyesiydi.
10 Ekim 1987 günü Brüksel’de öldü... Sürgünde ölen ilk kadın siyasetçiydi...
*
Behice Hanım hayatı boyunca hiç başörtüsü takmamıştı...
Onun da ülkesinde ölme hakkı gasp edilmişti...
Tıpkı, annesi babası öldüğünde bile cenazesine gelme hakkı bulamayan sürgünler gibi...
*
Diyeceğim bu ülkede hakkı gasp edilenler sadece toplumun muhafazakâr kısmındaki kadınlar değil...
En laik kesiminin kadınlarının çektikleri çile de onlarınkinden az değildir.
İşte o nedenle günlerden beri hep aynı şeyi aynı umutla yazıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vaat ettiği hukuk reformu, insan hakları ve demokrasi reformu artık hepimizin en büyük talebi haline gelmeli...
*
Bu ülkenin geçmişinde, bugüne kadar siyaset yapmış her kesimin, her kuşağın, hepimizin utanacağı çok sayıda hak gaspı vardır.
Adaletsizlik, vicdansızlık, hukuksuzluk, acımasızlık vardır.
Bu kolektif ayıplardan sadece kendimize ait olanı öne çıkarıp kurtulamayız.
ACIMASIZ MEDYA PATRONU KENDİSİNİ AŞAĞILAYAN BİR İNSANA NASIL BAKAR
BİR ay kadar önce özel bir gösterimde seyrettiğim “Mank” filmi nihayet gösterime girdi.
Benim için şimdiden yılın en önemli filmlerinden biri...
Bunun 6 nedeni var:
BİR: Yönetmeni David Fincher...
Bana göre sinemaya sonsuza dek damgasını vurmuş bir yönetmen. Ne yapsa büyük zevkle seyrediyorum.
*
İKİ: Konusu sinema tarihinin gerçekten en büyük filmi sayılan “Yurttaş Kane”in senaryosunun yazılışı...
Yani içinde Orson Welles de var.
*
ÜÇ: Filmin ana kahramanı ‘Yurttaş Kane’in senaryosunu yazan Herman J. Mankiewicz...
Yani bir yanıyla mesleğim olan yazarlığa dokunuyor.
*
DÖRT: Mank’i oynayan kişi Gary Oldman...
‘Leon’ filminin Beethoven âşığı sapık polis müdürü...
Unutamadığım bir karakter...
*
BEŞ: Yıllardır çalıştığım medya âleminin tarihindeki ilk “mega boss’u” William Randolph Hearst’un da senaryoda olması...
Yani Murdoch’lar gibi acımasız ve dev basın patronları kuşağının ilk ağababası...
Amerika-İspanya savaşı çıkaracak kadar gaddar bir patron.
*
ALTI: Hollywood geleneğinin hepimizin hayatında yer eden en devasa şirketi Metro Goldwyn Mayer’in efsane patronu Luis Burt Mayer...
Nasıl ilgisiz kalabilirim böyle şahane bir filme...
*
Peki kötü basın imparatoru ile, istediğini meşhur edip istemediğini batıran kötü sinema imparatoru, yani iki medya patronu insana nasıl bakar?
İşte filmde, onları aşağılayıcı olağanüstü Shakespeare’yen bir konuşma yapan Mank’a böyle bakıyorlar.
En sağdaki Hearst, yanındaki Luis B. Mayer...
‘MANK’İ SEYRETTİKTEN SONRA YAPILACAK İLK İŞ
BU harika filmden sonra ben içgüdüsel olarak ‘Citizen Kane’ (Yurttaş Kane) filmini bir kere daha seyrettim. Gerçekten olağanüstü bir film.
Konu, mekânlar, oyuncular, çekimler, fotoğraflar, diyaloglar, senaryo ve yönetim bakımından kusursuz bir film...
PANDEMİ SIRASINDA TÜRK ŞARAPLARININ YÜKSELİŞİ
GEÇTİĞİMİZ haftalarda dünya gastronomi ve içki alanında ilgiyle izlenen iki ayrı dergide bir Türk şarap markası ile ilgili iki yazı çıktı. Daha doğrusu aynı yazı iki ayrı dergide iki ayrı dilde yayınlandı.
Biri dünya gurmelerinin bir tür zirve örgütü sayılan “Chaine des Rotisseurs”un” dergisi olan “Chaine Revue”de Fransızca, öteki ise “Revue International”da hem Fransızca hem İngilizce yayınlandı.
Yazıların konusu Egeli şarap üreticisi Sevilen ve bağlarıydı...
*
Sevilen ailesinin hikâyesi 1942’de Bulgaristan’ın Filibe kentinden Türkiye’ye göçleri ile başladı.
Bağların kurucu babası İsa Güner’in başlattığı bu gelenek şimdi Enis Güner’le üçüncü kuşağına geldi. Kurucu dedenin adını taşıyan İsabey Sauvignon Blanc ve Puilly Fume beyaz şarapta lüks restoranların vazgeçilmezi oldu...
Kırmızıda 900 ve Centium’ları hep Türk şarapçılığının seviyesini yükselten şarapları arasında kaldı.
*
Ama benim şimdilik en fazla gözümü diktiğim şarabı bu yıl ilk ürününü yapan Magnesia...
Magnesia, güney bağlarının Cabernet Franc’ından mono cepage olarak yapılmış bir şarap. Bana içerken İspanya’nın Vega Sicilia’sına yakın bir haz veriyor.
*
Yarın size pandemi döneminde Türkiye’deki öteki bağlarda yapılan harika işleri de anlatacağım.
BERLİN PANTERİ, ZAMORA, LEV YAŞİN HEPSİ BİR YANA ALTAY BİR YANA
SEKİZ yaşımdan beri futbol hastasıyım.
Hayatımda yer etmiş efsane kalecilerim vardır...
Aklıma ilk gelen İzmirsporumun kalecisi Seyfi Talay’ı...
Sonra Milli Takım’ın Turgay Şeren’i... Berlin Panteri yani...
Bir de Rusya’nın Lev Yaşin’i...
Bir de hem Barcelona’nın, hem Real Madrid’in, hem Espanyol’un kalesini koruyan Ricardo Zamora Martinez...
*
Ama geçen pazar akşamı Fenerbahçe’nin kalesinde öyle bir kaleci seyrettim ki...
Altay Bayındır...
Vallahi artık gözümde ne Berlin Panteri kaldı, ne Yaşin, ne Zamora, ne Taffarel ne de Muslera...
Yok böyle bir kaleci...
BARCELONA VE REAL MADRİD GÖZÜNÜ BURAYA DİKER
FENERBAHÇE maçından bir gece önce İspanya’dan iki maç izledim.
Valencia-Real Madrid...
Real Betis-Barcelona...
Her iki dev takımın kalecisi de hata üstüne hata yapıyordu...
Bu hafta Premier League’de de birçok kaleci hatası gördüm.
Şuraya yazıyorum.
Fenerbahçe kalecisi Altay Bayındır böyle iki-üç maç daha oynasın...
Hem La Liga’nın hem Premier League’in baba takımlarının gözü Şükrü Saracoğlu’na döner...
Paylaş