Paylaş
Tansu aradı.
Andre’yle konuşmuş...
“Bekir pek iyi değilmiş” dedi...
Artık böyle cümleleri sık sık işittiğimiz bir yaştayız...
Veda zamanı geldiğini hatırlatır sık sık bizim neslimize...
Tansu, Bekir’le de konuşmuş...
Sık sık konuşurlar...
Yıllardan beri konuşurlar...
Muhabbete dönmüş çok meseleleri vardır...
Sanmayın ki sadece siyaset...
İnsan sevgisi vardır... Tabiat sevgisi, hayvan sevgisi...
Tabii ki yurt sevgisi... Vatan tutkusu... Tabii ki Cumhuriyet...
*
Gece ölüm haberini, benden de eski bir ‘Hürriyetçi’, Ertuğ Karakullukçu verdi...
Küçücük bir cümleydi...
“Bekir’i kaybettik...”
*
Hürriyet’in belki de en eski geleneğidir...
Ölüm bizleri birleştirir...
Birimiz gitti mi, ilahi bir ses gelir, hepimizin duyu telleri birer telgraf direğine dönüşür, posta güvercinleri haline geliriz...
*
Sonra oradan buradan hep aynı, o eski yazı gelmeye başladı...
Bekir’in sonbahar yazısı...
Hani şu...
“Komşunun radyosunda, her sene bu mevsimde durmadan çalan yine o hüzzam şarkı var...
Böyle mi esecekti bu mevsimde bu rüzgâr
Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar” diye başlayıp...
“Ayrılık mevsimidir bu aylar...
Yazlıkçılar döndüler
Kırlangıçlar Nil Deltası’na gitti...
Bu aylarda renk çiçekten ayrılır...
Güneş kumdan...” diye devam eden o yazısı....
*
Çünkü hepimiz çok etkilenmişizdir o yazıdan...
Çünkü, o sonbahar yazılarıdır bize, giden arabaların arkasından ağlayan terk edilmiş köpekleri hatırlatan...
Onun bu sonbahar yazıları sayesinde öğrenmişizdir, sonbahar kedilerinin yalnızlığını...
O yazılardan öğrenmiş ve utanmışızdır bu hoyratlıktan...
Onun bu yazıları açtırmıştı bize Türkiye’nin ilk hayvan sayfasını...
Onun köpeği Pako’nun adını işte o yazılar yüzünden vermiştik o sayfaya...
Anadolu’yu bir ucundan ötekine bağlayan muazzam bir hayvan sevgisi o hüzünlü sonbahar yazıları sayesinde bayraklaşmıştır bu ülkede...
Siyasetin paramparça ettiği bu ülkeyi o sonbahar yazıları yeniden bir millet haline getirmiştir.
*
Ölüm haberi gelince aklıma bir de yıllar öncesinin bir günü gelmişti...
Omzunda papağanı Cabbar ile poz veren bir Cumhurbaşkanı’nı hatırlamıştım...
Rahmetli Turgut Özal’ı...
Kendisi hakkında ağır yazılar yazan bazı yazarların isimlerini saymıştı tek tek o gün bana...
Çok kızıyordu onlara...
Kendisine çok haksızlık edildiğini düşünüyordu...
*
Bir tek Bekir’i ayırmıştı o muhalif yazarlardan...
“Ona kızmıyorum. Kızamıyorum... Çünkü öyle bir mizahı var ki, ben de gülüyorum” demişti...
*
O gün öğrenmiştim dilin zarafetinin ve zekâsının nasıl bir güç olduğunu...
“Demek ki insanları düşman etmeden eleştirmek de mümkünmüş” diye düşünmüştüm...
*
O gün öğrendiğim bu gerçek yıllar sonra Bekir hakkında yazdığım bir yazının ruhu olmuştu.
“Hepimiz yazarız, ama onunki Allah vergisi” demiş, şuracığıma takılı kalkmış cümlemi şöyle tamamlamıştım:
“Yazısındaki ince zekâ, üslubundaki edebi tat, kavram yaratmadaki muazzam kabiliyeti ve mizah gücü...
Bunların hepsi aynı insanda bir araya geldi mi bilin ki Allah vergisidir...”
*
O gün şunu da anlamıştım.
Yüce Allah yazarlara siyaset yazarlığı dağıtırken çok cömert...
Hele hele siyasi yazarlık birine vurmakla birini kayıtsız şartsız desteklemekten ibaret bir vasatlık çukuruna düşmüşse...
Çok vardır o çukurlarda hayatını idame ettiren biçare...
Yüzlerce, binlerce gurultu gelir o çukurlardan...
Kavga büyüdükçe, izdihama dönüşür o çukurların ahalisi...
*
Ama ince bir zekâ...
Ondan da incecik bir mizah...
Ve sevgi...
İşte Allah onu dağıtmakta o kadar eli açık değilmiş...
Diyorum ya...
Hepimiz yazarız...
Onun ki Allah vergisiydi...
*
Geçenlerde seyrettiğim “Hubie Halloween” filminin kahramanı saf Hubie’nin annesi, oğlunu kötü insanlara karşı şöyle savunuyordu:
“Gerçek cesaret nazik olmaktır...”
Bekir’inki hep nazik ve saf bir muziplikti...
Hoyratlığın meziyet, zorbalığın üslup, yazarlığın ise çetecilik haline geldiği bir âlemde onun dili hep bir zarafet vahası gibi kaldı...
*
Sabah fotoğraf editörümüz Umut Veis’le konuştum.
Bekir’in bu papyonlu smokinli fotoğrafını çok sevdik...
Çünkü bu fotoğraf bize, bir Cumhuriyet çocuğunun hayat hikâyesini de anlatıyordu...
Peki neydi o hikâye...
*
Urfa’nın çocuğuydu...
Hepimiz gibi sonradan Cumhuriyet’in başkentinin vatandaşı olmuştu...
Çoğumuz gibi hiç de kolay olmamıştı hayatı...
Ama Ankara ona, hayatını kazanmanın zorluklarını bile sanata çevirmeyi çok genç yaşta öğretmişti...
*
Mesela keman çalmayı öğrenmişti. Barlarda keman çalmıştı yaşayabilmek için...
İki-üç defa Zeki Müren’in sahnesinde çalmışlığı vardı.
*
Aynı zamanda boş zamanlar marangozuydu...
Yazarlığı, rende ile keman telleri, zanaatla sanat arasındaki o parantezin içinde çiçek açmıştı...
Üslubundaki halkçılık ve zarafet o seranın fidesiydi...
*
Çok iyi biliyordu Cumhuriyet’in, köy çocuklarını, kasaba çocuklarını, kenar mahalle çocuklarını, yoksul çocukları elinden tutup da cumhurbaşkanlıklarına kadar getiren rejimin adı olduğunu...
Kenar mahallelerden gelip de vefa duygusu taşıyan her Anadolu çocuğu gibi o da kendisini bu ülkenin en büyük yazarlarından biri haline getiren Cumhuriyet’e ve onun kurucularına karşı büyük bir minnet duygusu taşıyordu.
*
Allah vergisi bir kabiliyet, ve yeteneğe yükselmenin bütün kapılarını ardına kadar açan âlicenap bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile bir araya gelince, işte bu ülkenin bir Bekir Coşkun’u olmuştu...
*
Hepimiz geliyoruz ve gidiyoruz... Diyeceksiniz, bir köşe yazarından geriye ne kalır ki...
Kalırmış...
Muazzam bir insan sevgisi: İnsana, tabiata, çevreye büyük bir saygı...
Onlardan da büyük bir vatan ve Cumhuriyet sevdası...
*
Sonunda işte ülkenin dört bir yanından gelen böyle muazzam bir saygı duruşu...
Bize onu hatırlatacak başka neye ihtiyacımız var ki...
Bizlere bıraktığı sonbahar yazılarındaki şefkatten daha güzel bir mezar taşı olabilir mi...
*
Güle güle sevgili kardeşim...
Ben sana hakkımı çoktan helal ettim...
Umarım sen de bana etmişsindir...
Latif: Güle güle Bekir
Bekir: Merhaba Pako
DÜN sabah Latif Demirci ile sohbet ediyorduk. Geçmişte Bekir ve Pako’sunu anlatan çok güzel çizgileri vardı. “Eğer sen de Bekir’e güle güle demek istiyorsan benim köşem açık” dedim. İşte bu sıcacık çizgileri gönderdi. Hem Bekir’in hem Latif’in o güzel insanlığını anlatan bir çizgi.
Paylaş