Paylaş
Genç biri tarafından işletiliyor. Kızlı-erkekli çalışanları çok sempatik çocuklar.
Elimde yabanmersini şerbeti ile sokaktaki masaya oturuyorum.
Bulunduğum sokak Alaçatı’nın neredeyse birebir benzeri.
Genç enerjisi de öyle...
O an yaşadığım duygu bana diyor ki...
Terör tamamen silindiği gün, yani çok yakın bir süre sonra bu sokaklar genç ve modern insanlarla dolup taşacak.
Ama buraya batıdan giden herkesin söylediği şeyi ben de tekrarlayacağım.
İçki satan mekânlara ihtiyaç var.
Çünkü içki geceyi uzatır...
Uzayan gece
şehre para girmesi anlamına gelir.
MEZOPOTAMYA’DA İLK ÇİFTETELLİYİ BEN OYNADIM
MARDİN gecemiz, artık bütün Türkiye’de tanınan Cercis Murat Konağı’nda başlıyor.
Buradaki bir gecenin en eğlenceli anı, başta şef Ebru Baybara Demir olmak üzere mutfakta çalışanların ellerine tencere-tava alıp, yemek salonuna gelmeleri ve dev sahanların kapağını açıp son yemeği hazırlamaları.
Gerçekten seyretmeye değer bir şov bu.
*
Yemek sırasında bir yerel orkestra daha çok Mardin şarkılarını söylüyor.
Bu arada orkestranın bir Mardin havası ile çalmasıyla birlikte halay başlıyor. Ben Egeliyim, böyle durumlarda yerim dar deyip oynamama bahanesi uyduramam.
Fırlayıp aralarına giriyorum.
Ama hemen arkasından “Tamam biraz da bizim orası” deyince, haydaaa mükemmel bir “Çökertme” başlıyor.
Artık sahne benim... Tek kişilik şov başlıyor.
Övünmek gibi olmasın ama biraz Nazilli zeybeği tarzı olsa da “Çökertme”yi iyi oynuyorum.
Ve oyun biterken dönüp herkese sesleniyorum.
“Bunu da şu Mardin duvarına yazın. Bir gün bir İzmirli geldi, bu Mezopotamya gökyüzünün altında öyle bir Çökertme oynadı ki...
Mardin Mardin olalı böyle bir şey görmedi...”
*
Eminim burada bu halayı çeken ilk Egeli ben değilimdir.
Ama bu Mardin taşlarında böyle Nazilli zeybeği oynayan, böyle efe topuğu vuran ilk Egeli benim.
İKİ KÜRT VE BİR TÜRK GÖZÜYLE BENİM MARDİN HALAYI NOTUM
- ACIMASIZ BATMANLI KÜRT ARKADAŞIM: “Bir-iki hareket öğretmeden seni oraya salmayacaktım.”
- İNSAFLI ZAZA ARKADAŞIM: “Vallahi bu gayreti göz ardı etmek mümkün değil. Epey umut vaat ediyorsun.”
- İSTANBULLU CAZCI ARKADAŞIM: “Olmamış. Detone hareketler bunlar. Mardin halayında gövdenin belden altı hareketsiz, omuzlar hareketli. Sende ise alt taraf oynuyor, omuzlar sabit.”
‘ISSIZ ADAM’ POZUYLA 24 KADIN MUHABBETİ
Cercis Murat Konağı şefi ve kurucusu Ebru Baykara Demir’i iki yıl önce İstanbul’da düzenlenen “Yedi” toplantısında tanımıştım. Dünyanın 1 numaralı şefi Massimo Bottura’dan önce konuşmuştu. Hikâyesini öyle büyük heyecanla anlatıyordu ki, çok sevmiştim.
“Hadi gel kapının merdivenlerinde Issız Adam filmindeki pozu verelim” dedim. Mardin’de artık nesli tükenmiş “songül” buğdayını yeniden canlandırmışlar.
Her türlü koşullara ve özellikle de susuzluğa çok dayanaklı bir buğday bu. Susuz tarımı bilen Suriyeli göçmenlerle birlikte bu buğdayı üretmişler. Vali de çok destek veriyor. Bu yıl 650 dönüm arazide bu buğdayı ekeceklermiş.
En sevindiricisi de şu: Bu projede 300’den fazla kadın çalışacakmış.
Bunların 24’ü de kadın mühendismiş.
HAYRET BU YAŞIMA KADAR BURAYI NASIL ISKALAMIŞIM
PROGRAMDA “Dara” diye bir yer var. Belki ayıplayacaksınız ama bugüne kadar hiç duymamışım. Yolda biri kız öteki erkek iki genç otostopçuyu alıyoruz. Daha adımımı attığım an hayretler içinde kalıyorum. Ürdün’ün Petra’sını alın, Türkiye’nin Kapadokya’sına monte edin... Önünüze çıkan manzara Dara...
İmparator Anastasius tarafından 505 yılında Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını Sasanilere karşı korumak için kurulmuş bir antik şehir.
HELİKOPTERDE BENİ AĞLATAN BİR ÇANTA
ARTIK yolculuğumuzun Mardin bölümünün sonuna geliyoruz.
Dara’dan Şanlıurfa’ya askeri helikopterle geçeceğiz. Uçuş görevlilerinin hemen arkasına oturuyorum.
Üç aslan gibi genç görevli helikopteri havalandırıyor. PKK terörüne karşı savaşan kahraman çocuklarımız bunlar.
Hemen önümde büyükçe bavul çanta duruyor. Üzerinde bir makineli tüfek asılı. Gözüm çantanın üzerinde yazılı şu cümleye takılıyor: “Jandarma havacılık hayat idame kiti...”
Bu çocuklar, dünyanın en zalim terör örgütüne karşı savaşıyorlar. Gözyaşlarımı tutamıyorum ve dilimin ucuna, olabilecek en klasik ama en hakiki cümle geliyor: “Vatan size minnettar...”
MÜZE DUVARINDAKİ BENİ AĞLATAN İKİ FOTOĞRAF
GEZİ sırasında en hüzünlü anımızı Mardin Arkeoloji Müzesi’nde yaşadık. Müzenin sergi salonlarından birinde iki fotoğraf asılıydı.
Altında şu yazıyordu:
“1991’de Nusaybin Girnavaz Höyüğü’nde kazı çalışmaları sırasında terörist saldırı sonucunda hayatını kaybeden değerli arkeologlarımız Metin Akyurt ve Bahattin Devam’ı rahmetle ve minnetle anıyoruz.”
Orada PKK terör örgütünü bir kere daha lanetledim.
BİR VALİ EŞİNİ ŞİİRLE Mİ ŞARKIYLA MI FETHEDER
MARDİN Valisi ve Belediye Başkanvekili Mustafa Yaman’dır... Gerçekten yaman bir insan. İnanılmaz güzel fotoğraf çekiyor. Ben kendimi kadraj ve ışık ustası bilirim, Mardin gezisi sırasında çektiği fotoğraflarla beni solladı.
Eşi Enerji Kurulu üyesi
Gülseren Yaman da çok sosyal ve sempatik bir kadın.
Vali eşinin kendisini uzun şiirler okuyarak etkilediğini söylüyor. “İşsiz kalırsa aç kalmaz” diyor.
Mustafa Yaman o akşam masada harika bir Mardin şarkısını da çok güzel söyledi.
VALİ BEY’İN MARDİN MASASINDA KALAMATA MI DERİK ZEYTİNİ Mİ
SABAH kahvaltıda zengin bir masa bizi bekliyor. Bir akşam önceki Mardin usulü küçük tabaklardaki ürünler çok zengin. Bir İzmirli masada önce neye bakar? Tabii ki zeytine...
Bakıyorum, 3 tür zeytin var ama bu yörenin ünlü, nohut kadar küçük “Derik zeytini” yok.
“Vali Bey bize Yunan kalamatası veriyorsunuz ama Derik zeytini yok” diye takılıyorum.
Oysa çok iyi biliyorum ki, Derik’in genç kaymakamı Hakan Kafkas zeytincilik için çok büyük çaba harcıyor. Yeni hasattan sonra en kısa sürede soğuk sıkma Derik zeytinyağını birlikte tadacağız...
4 FARK: İZMİRLİNİN MEZESİ Mİ İSPANYA’NIN TAPASI MI
- Önümüze çok küçük tavalar içinde birçok meze geliyor. Ama bunlar Ege’nin mezesinden çok, İspanya’nın tapasına benziyor.
- Ege’den bir fark da burada yemek ve salatalarda nar ekşisinin bol kullanılması.
- Ege’de o mezelerin
yanında rakı içilir, Mardin’de sumak şerbeti.
- Ege’de ikinci yemek balıktır, burada mutlaka et.
MÜEZZİN ŞARKICIDAN MURATHAN MUNGAN ŞİİRİ
ŞİİR Mardinlinin gönlüne yerleşmiş bir kültürel duygu. Yemek sırasında yerel bir orkestra daha çok Mardin ve civarının şarkılarını çalıyor.
Solist son derece sempatik bir genç. Gündüzleri müezzinlik, akşamları solistlik yapıyormuş.
Bu arada sözleri Murathan Mungan’a ait bir şarkıyı söylüyor ve sonunda da şiirin tamamını okuyor. İkinci etkileyici şiir sahnesini ise Dara kalıntılarının bulunduğu yerdeki yeraltı sarnıcında yaşadık. Sarnıçta bir çocuk yüksek sesle Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiirini okuyordu.
DEYRÜZZAFERAN’DA MARDİN METROPOLİTİ’NDEN ALDIĞIM SÖZ
DEYRÜZZAFERAN Mardin’in 2 büyük Süryani kilisesinden biri.
Şehre 4 kilometre uzaklıkta.
İki tarafı selvilerle çevrili bir yoldan çıkarak giriyorsunuz.
Burası milattan sonra 5’nci yüzyılda inşa edilmiş. Adı “Safran Manastırı” anlamına geliyor.
Ancak burası da neredeyse öteki bütün kilise ve dini mekânlar gibi, milattan öncesine ait bir güneş tapınağının üzerine kurulmuş.
Yani Güneş Tanrısı bütün Mezopotamya’da epey bir süre hüküm sürmüş.
Bugünden bakıldığında bütün tektanrılı dinlerin doğduğu bu bölgede tarih boyunca yaşayan insanlar, sanki hep inançlarını izlemek zorunda hissetmişler gibi görünüyor.
Deyrüzzaferan’ın altında da gizli ayinlerin yapıldığı mahzenler var.
Bu mahzenlerin birinde Mardin Metropoliti Nuri Saliba Özmen’in mahzende bir fotoğrafını çektim.
Kendisine buraya gelip bir gece geçirip geçiremeyeceğimi sordum.
“Size bu izni veririz” dedi.
Gideceğim inşallah.
Sırf bu ülkenin sayısı iyice azalmış güzel insanlarını, Türkiye Süryanilerini daha iyi tanımak için gideceğim.
ULU CAMİ’NİN MİNARESİNDE GÜNEŞ TANRISI’NIN İŞİ NE
ŞİMDİ bir İstanbullu olarak meseleye bakacağım.
Hep açık açık yazıyorum. İstanbul’da son 20 yıl içinde patlayan ölçüsüz uzun minare anlayışı hiç hoşuma gitmiyor.
O nedenle Mardin’de Ulu Cami’nin estetiği beni çok etkiledi.
Rehberimiz, caminin minaresi üzerindeki 4 kabartma hakkında bilgi verdi. Bu kabartmalardan biri de “güneşe tapanlar”la ilgiliymiş.
Anlıyorum ki geçmişte, Mezopotamya’nın güneş inancı sandığımızdan da güçlüymüş.
Bu inanışla ilgili bir kabartmanın caminin minaresine ne amaçla girdiğini merak ettim.
Öğreneceğim.
YARIN: ŞANLIURFA
- İki müzeyi gördüğüm an
aklıma neler geldi.
- Öğle yemeğinde yer sofrasında yemek yiyemeyen gazeteciler kimlerdi.
- Göbeklitepe’de Kültür Bakanı’nın önünde Fatih Altaylı ile hangi
konuda tartıştık.
- Gezide poşu en çok
hangi gazeteciye yakıştı.
Paylaş