Paylaş
İlk 3 sırada Uğur Koşar’ın 3 kitabı var.
Şimdi bu 3 kitabın isimlerini yazıyorum.
“Allah de ötesini bırak”, “Rabbin için sabret” ve “Bana Allah yeter”...
En çok satan ilk 10 kitap içinde, adında “Allah” olan 4 kitap var...
D&R’ın müşteri profiline bakarsanız aşağı yukarı şu çıkar:
Daha çok şehirli, gelir düzeyi orta ve üst, eğitim düzeyi göreli olarak yüksek...
Zaten Türkiye’de kitap okuyan insan profili de buna yakındır.
Son 6 ayda başlayan ve seçimden sonra iyice belirginleşen bu durumu nasıl okuyabiliriz?...
* * *
İnsan bilincinde ve ruhunda “Allah’ın yükselişi” diyebilir miyiz?...
Kitaplara şöyle bir göz attım...
İslam, başından beri Allah fikrinden çok “Peygamber” varlığı üzerinde duruyordu.
Oysa bu kitaplarda, daha çok insanın Allah’la direkt ilişkisi üzerine bir maneviyat duygusu ele alınıyor.
Tahmin ediyorum bu klasik İslamcıların çok hoşuna gidecek bir şey değil.
* * *
Söylediğim şeyler bazıları tarafından cahilce bulunabilir ama, hissiyatım bana bunu söylüyor.
Modern insanların bir maneviyat arayışında oldukları kesin.
Ama bunu İslam’ın klasik dar yorumu içinde değil, kendilerini daha özgür bırakacak bir “Yaradan, yaradılan” ilişkisi şeklinde tanzim etmeye yöneliyorlar.
İslam’ın şekli şartlarına değil, ruhuna, özüne bakmak istiyorlar.
Oraya baktıklarında da Peygamber’den çok Allah’ı görüyorlar.
* * *
Bu hissiyatım doğruysa, Allah’la ilgili kitapların satışındaki bu patlama, insanların muhafazakârlaşması değil, tam aksine, seküler hayat tarzları içinde, kendilerini Allah’la daha hür ve daha birey olarak ilişkiye sokacak yeni bir maneviyatın aranması şeklinde yorumlanabilir. Şimdilik daha çok bir hissiyatımdan söz ediyorum.
Kitapları dikkatle okuyup, bu eğilimin biraz daha derinine gireceğim.
Çünkü sosyolojik olarak ilginç bir durumla karşı karşıyayız.
Eğer Başbakan’ın dediği gibi, “İnsanı, Yaradan’ın yarattığı bir varlık” olarak seveceksek, önce Yaradan’ı iyi tanımalıyız.
Bugüne kadar bize hep Peygamber anlatıldı.
Allah sanki biraz geride kaldı.
Şimdin maneviyatın kaynağına gitme zamanı geldi...
Bu da iyi bir şey.
Belki de ayakkabı kutularının kirlettiği İslam’ın saf ve temiz halini bu arayış sonunda bulabiliriz.
Kendimizi ‘Sessiz Allah’a ne kadar yakın hissedersek, bu maneviyat bize o kadar iyi gelecek.
Yeni maneviyatın müziği nedir
HAFTA sonundan beri, Schubert’in “D957 Serenade”ını dinliyorum.
Epeydir unuttuğum olağanüstü bir parça...
Dinlerken, kendi kendime soruyordum.
“Yeni bir maneviyat arayışı varsa, bunun müziği ne olmalıdır?...”
Dünyanın en iyi havayollarından biri olduğuna inandığım ve iftihar ettiğim Türk Hava Yolları, sağ olsun beni uçaklarda çaldığı öldürücü parçalarla sufi müziğinden soğuttuğundan beri bu soruyu kendime soruyorum.
Sufi müziği güzel olabilir, ama beni hayattan uzaklaştırıyor.
Oysa ben, beni hayattan uzaklaştıran değil, tam aksine hayata davet eden bir maneviyat arıyorum. Sufi müziği kadar, new age ve meditasyon mü-zikleri de artık bana bir şey demiyor.
Hayatımın bu döneminde yeni bir müzik arıyorum...
Schubert çok iyi geldi...
Kendime yepyeni bir maneviyat repertuvarı yapacağım...
Sizinle de paylaşırım...
Sizin varsa onu da paylaşırım.
Erdoğan’ın sesini işitmeyince hayat başka türlü oluyor
SON iki hafta içinde iki defa üçer günlüğüne yurtdışına gittim.
Bu 6 gün içinde Başbakan Erdoğan’ın sesini hiç işitmedim.
Türkiye’deyken de bazen duymamaya çalışıyorum ama, mümkün değil.
O ses mutlaka bir yerden geliyor.
Bu 6 gün içinde fark ettim ki, o sesi duymayınca hayat başka türlü oluyor.
Daha rahat düşünebiliyorum, dengem daha iyi oluyor, hayata daha yumuşak ve hoşgörülü bakıyorum.
O seste bizim dengemizi bozan bir şey var...
Aklıma geçen hafta ölen Gabriel Garcia Marquez’in ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’ adlı kitabı geldi.
Ülkenin otoriter başbakanı o kadar uzun iktidarda kalıyor ki, insanlar ondan önceki dönemi hatırlayamıyorlar.
Yurtdışına gitmek bu bakımdan iyi oluyor.
O ses oraya uzanamayınca, kendinize geliyor, kendinizi buluyor, gerçek kendinizle buluşabiliyor ve en önemlisi barışabiliyorsunuz.
Şimdilik umudum şu:
Belki cumhurbaşkanı olunca bugünkü kadar çok konuşmaz, en azından salı konuşmaları ortadan kalkar ve kendimizle baş başa kalabiliriz.
Çok samimi söylüyorum, bu Başbakan Erdoğan için de çok iyi olabilir.
Bu sayede o da belki bu mahalledeki insanların sesini duyabilir ve tanıyabilir.
Tanısa onları seveceğine eminim...
Fark ettim ki yaz çok kısa, uzatmak lazım
HAFTA sonunda Ege’de harika bir havada gökyüzünü dinlerken şunun farkına vardım:
Yaz çok kısa...
Kendimizi hazirana göre ayarlamışız.
Temmuzun ortasına gelmeden bende bir telaş başlıyor.
Çin işkencesi gibi, geriye kalan yaz günlerini tek tek sayıyorum.
O nedenle yaz mevsimini biraz uzatmak lazım.
Ben bu sene inşallah nisan sonundan itibaren yaz ‘mood’una gireceğim.
Ruhum yavaş yavaş aylaklığa ayarlanıyor...
Repertuvarım da hazır...
Bu yaz sırf o harika kadına destek vermek için Deniz Seki’nin harika şarkılarını dinleyeceğim.
“Bak bir gün pişman olup da dönmek istersen...” diye başlayıp, “Bil ki âşık olduğun kadın artık burada yok” diye biten şarkı var ya...
Onu daha iyimser bitireceğim.
Merak etme, hep buradayım, hep buradayız...
Türkiye’de, harika vatanımızda.
Ve bildiğimiz gibi harika bir yaz yaşayacağız...
Paylaş