Paylaş
İzmir’in Karşıyaka’sı ve İstanbul’un Bebek sahili...
Bu iki yerin ahalisi sokaktan çekilmiyor...
* * *
Oysa artık çok iyi biliyoruz ki virüsün hızını yavaşlatmak hayati derecede önemli...
Ve bunu yavaşlatmanın en etkili yolu sosyal izolasyon...
* * *
Peki neden direniyor Karşıyaka ve Bebek?
Bunun sırrı “agora” kelimesinde saklı...
Agora eski Yunancada “Bir sitenin siyasi ve ticari işlerini görüşmek üzere vatandaşların toplandığı yer” demek...
Bu kelime, Akdeniz kuşağında asırlar içinde insanların bir araya geldiği yer halini aldı.
* * *
Türkiye, Yunanistan, İtalya ve İspanya toplumları agorada yaşayan halklara sahip.
Yani sokak onlar için evin doğal uzantısı...
Evin sıkıcılığını eğlenceye çeviren yer.
Kızlarla, oğlanlarla karşılaştıkları, küçük flörtlerin yaşandığı, Hıdrellez ateşlerinin yakıldığı yer...
* * *
Buna bir de “furbizia” kelimesini ekleyin...
Hatırlayın, koronavirüsün ilk gününde anlatmıştım size “furbizia”yı...
İtalyanca “Kanunun ve bürokrasinin etrafından dolaşmak” anlamına geliyordu.
* * *
Sonuç şu:
Agorada yaşayan, “furbizia” kültürüne sahip Karşıyaka ve Bebek’i, ancak polis zoruyla sokaktan çıkarabilirsiniz.
Hükümete, İçişleri Bakanı’na bu sosyolojik bilirkişi raporumu sunarım...
Altına da imzamı atarım.
O BİNAYA GİREN KOMUTANI DEHŞETE DÜŞÜREN TABLO
AVRUPA tarihinin en dramatik sahnelerinden biri geçen hafta Madrid’in Chamartin bölgesinde yaşandı.
O gün çok sayıda yaşlı insanın yaşadığı huzurevinin kapısından giren askerlerin gördüğü manzara, belki de İspanya’da siyasetin, ailenin ve kilisenin çöküşünün startını veriyordu.
* * *
Huzurevine gelen komutanın gördüğü manzara şuydu:
Binanın çeşitli odalarında ve salonlarında 24 yaşlı insan cansız bir şekilde yatıyordu.
Ağızlarından ve yüzlerine oturan ifadeden çoğunun nefes alamamaktan dolayı öldüğü anlaşılıyordu.
Geriye kalanların bir bölümü ölü gözlerle gelenlere bakıyordu.
* * *
İşin en trajik yanı ise şuydu:
Binada çalışan görevli kimse yoktu...
Karşılarında ancak kurgubilim filmlerinde görülebilecek bir sahne vardı...
Binaya giren küçük askeri birliğin komutanı yanındakilere şunu demişti:
“Keşke binada bir tek görevli bulsaydık da bu meseleyi onun üzerinden konuşsaydık...”
KALANA MADALYA KAÇANA NUMARA MI
HAYIR, binaya giren birliğin komutanı böyle bir şey söylemedi.
Söyleyen benim.
Çünkü bir gün bu virüsü yeneceğiz ve o gün yaşlı insanları kaderleriyle baş başa bırakıp giden huzurevi personeli üzerinden belki de 21’inci yüzyılın en büyük tartışmalarından birini yapacağız.
* * *
Tarihin en acımasız tartışmasının ilk ve tek sorusu şu: O bir tek görevli kalsaydı bu felaketten sonra onun için ne diyecektik?
*‘Canı pahasına yaşlı insanlara sahip çıkan bir kahraman’ mı?
Peki kaçıp giden için?
*‘Kaçıp giden korkak bir yaratık’ mı?
*Kalıp çalışan görevlinin göğsüne madalya mı takacaktık...
*Yoksa kaçanın göğsüne mahkûm numarası mı?..
* * *
Belki hiçbiriniz kaçıp giden o görevliye madalya takmazdınız...
Ama durun ve bir de şuna bakın.
Bu huzurevlerinin çoğuna virüsü orada çalışan personel taşımış.
* * *
Diyorum ya... Bu felaketten sonra yapacağımız tartışma çok sancılı ve ıstıraplı olacak.
‘MAMMA ITALİANA’ ARTIK HANGİ EVDE YAŞAYACAK
ÇOK katı şekilde tartışacağımız, tartışmamız gereken pek çok konu olacak...
Mesela “Mamma Italiana” meselesi...
“İtalyan anne” anlamına gelir ve bütün dünyada, aileyi etrafında toplayan güçlü Akdeniz annesini anlatır.
Neredeyse bir yüzyıl boyunca, sinemada, tiyatroda, günlük hayatta o güçlü anneyi hep komikleştirerek seyrettik.
Bizde ise o hep “kayınvalide” oldu...
Yunanistan, İtalya ve İspanya, “Mamma Italiana” kavramının yarattığı aile biçimi ile şekillendi. Türkiye de bu Akdeniz kuşağının bir üyesidir.
“Mamma Italiana”nın etrafında aslında üç nesil bir arada yaşar.
Son 15 yılda, ekonomik gelişmeyle birlikte huzurevleri bir anda kârlı bir sanayi haline dönüştü. O zaman şunu tartışacağız...
“Mamma Italiana” bundan böyle nerede yaşayacak? Evde mi...
Huzurevinde mi...
YENİ TEKNOLOJİ: BİLEKTEN EKG
HER SANİYE CHECK-UP’TAN GEÇMEK NASIL BİR DUYGU
24 Mart Salı’yı 25’e bağlayan gece, koronavirüs histerisi yaşadığımız saatlerde, Apple çok önemli bir sağlık uygulamasını Türkiye’de de devreye soktu.
iWatch’ın 4 serisine sahip olanlar artık bileklerine taktıkları saatler sayesinde kendi elektrokardiyolarını her saniye çekebilecekler.
Bu sayede kalp atışının hızlanması veya aritmi durumları anında tespit edilecek.
Anlayacağınız her saniye check-up’tan geçtiğimiz ve sonuçların anında doktorumuza iletildiği bir hayata az kaldı.
YENİ TEKNOLOJİ: KATLANAN TELEFON
GÖRÜNTÜLÜ KONUŞMAYI VE SELFİE’Yİ DEĞİŞTİRİR Mİ
KORONAVİRÜS dolayısıyla eve kapatıldığımız bu hafta hayatıma yeni bir teknoloji ürünü girdi.
Katlanan bir cep telefonu...
Samsung’un yeni modeli Galaxy Z Flip’i denemeye başladım.
İlk gözlemlerim şu:
*Açıldığında 6.7 inç bir ekran çıkıyor. Boyutları itibarıyla çok iyi.
*Bundan önce piyasadan toplatılan daha büyük ekranlı Fold’u açtığınızda sanki tam oturmamış gibi bir hisse kapılıyordunuz. Bunda o his tamamen ortadan kaldırılmış.
*Günlük iletişimde görüntülü görüşmeler giderek artıyor. Bu ekranı yarı açıp önünüze koyduğunuzda üst yarısındaki görüntüyle çok rahatça konuşabiliyorsunuz.
Yani selfie video konusunda yeni bir kullanım tarzı getirebilir.
YANKESİCİLERİN İŞİNİ ZORLAŞTIRIR MI
*Büyük ekran telefonlara iyice alıştık. Ama özellikle bunların taşınmasında benim için hep önemli bir psikolojik sorun var.
Ekran büyük olduğu için telefon cebe tam girmiyor. Özellikle arka cepte uç kısmı dışarıda kalıyor.
Kalabalık bir yerde yürürken hep çaldıracakmışım endişesi taşıyorum. Oysa bu model katlanıp kolayca yan cebe giriyor.
*Öteki telefonlarda çoğumuz için bir estetik sorunu var. Ekranı koruyan kılıflar telefonu çok kaba hale getiriyor.
Oysa bu katlandığı zaman doğal biçimde ekranı korur hale geliyor.
Böylece üzerine bir kılıf geçirme ihtiyacı duymuyorsunuz.
*Tabii ki katlama önemli bir davranış değişikliği. Ama kısa sürede alışıyorsunuz.
*Bence bu model, cep telefonu kültüründe çok ilginç bir dönemi açabilir. Sonucu merakla bekliyorum.
Paylaş