Paylaş
AMERİKA Birleşik Devletleri'nin eski Ankara Büyükelçisi Abromowitz geçen hafta Türkiye'deydi. Abromowitz'in Türkiye'de ilginç bir ‘‘referans grubu’’ vardır.
Bunlar arasında gazeteciler, üniversite öğretim üyeleri, siyasetçiler ve işadamları bulunur.
İLGİNÇ SORU
Bu defa gelişinde konuştuğu insanlara çok ama çok ilginç bir soru sormuş.
Önce şu analizi yapmış:
‘‘Özal 1980'lerin başında iktidara geldiği zaman, Dünya Bankası ve IMF'de çalışan parlak Türk uzmanları Türkiye'ye gelmeye ikna etmişti. Bu kişiler daha sonra Özal'ın prensleri olarak bir döneme damgalarını vurmuşlardı.’’
Arkasından da şu soruyu sormuş:
‘‘O dönemde Kemal Derviş de Dünya Bankası'ndaydı. Üstelik Türkiye'de siyaset yapmaya çok da istekliydi. Acaba Özal neden onu Türkiye'ye getirmedi?’’
Doğrusu bu soruyu sormak hiç aklıma gelmemişti.
Acaba onu ‘‘parlak bulmadığı’’ için mi?
Ankara'da görüştüğü kişiler biraz farklı bir analiz yapmışlar.
Onların görüşü şu:
Kemal Derviş'in kolayca itaat altına girmeyi kabullenmeyen, kendine ait fikirleri çok gelişmiş, dik kafalı bir kişiliği var.
Özal bunu fark ettiği için ona önermemiş olabilir.
Nitekim kafa olarak ona benzer başka bir kişilik olan Bülent Gültekin, o dönemde Türkiye'ye gelmiş, ama uzun süre tutunamayıp geri dönmüştü.
Bana göre Özal'ı öteki siyasetçilerden ayıran en büyük özelliği, cesaretiydi.
Türk Parasını Koruma Kanunu'nu kaldırmak için cesaret gerekiyordu.
Onu gösterdi.
Türk parasını konvertibiliteye geçirmek cesaret istiyordu.
Onu da yaptı.
AKIŞIK OLAYI
Zaten, bugün hálá bir yerlerde durabiliyorsak, bunu o günlerde gösterilen cesarete borçluyuz.
Şimdi, Özal döneminin bir parlak bankacısı, devlet tarihinin en cesaret isteyen işlerinden birine girişti.
Ama ona ağır bir bedel ödettirilmeye çalışılıyor.
Kastettiğim kişi, Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Vural Akışık.
NEDEN YUMRUKLANIYOR
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en büyük kara deliği olan kamu bankalarını birleştirip, daha sağlıklı bir temele oturtmak için büyük mücadele veriyor.
Üstelik bunu, personeli hemen sokağa bırakacak bir gaddarlıkla yapmıyor.
Emekliliği gelenleri emekli edip, geri kalanını öteki kamu kuruluşlarında istihdam etme yoluna gidiyor.
Ama gördüğü muameleye bakın.
Tartaklanıyor, hatta yumruklanıyor.
Bu ülkede, yaşadığımız son ekonomik kriz sırasında özel bankalarda çalışan 30 bine yakın insan işini kaybetti.
Kimse onların hayatını kolaylaştıracak ‘‘yumuşak geçiş modelleri’’ de sunmadı.
125 bin tekstil işçisi işini kaybetti.
Ne bir müdür yumruklandı, ne bir yönetici tartaklandı.
Birinin de şu soruya cevap vermesi gerekiyor.
Neden özel bankalarda çalışan 30 bin insan işini kaybederken olay çıkmıyor da, kamu bankalarında emekliliği gelen personeli işten ayıran bir yönetici tartaklanıyor?
Acaba bu sorunun cevabı, bu işi yapmanın ne kadar gerekli olduğunu kanıtlamıyor mu?
Acaba oralarda böyle ‘‘kolayca terk edilmeyecek’’ bazı mevziler mi var?
Artık hepimiz şunu çok iyi biliyoruz.
Türkiye, kamu bankalarında bir ihtilal yapmak zorunda.
Bu ihtilali kendimiz için yapmasak bile, çocuklarımız, torunlarımız için yapmak zorundayız.
AKIŞIK'I DESTEKLEMEK
Yumruk yesek de, tartaklansak da, hatta ilerde mahkemelerde sürünme riski olsa bile yapmak zorundayız.
O yüzden de Vural Akışık'ın arkasında durmak zorundayız.
Yoksa bu kara delik daha da büyüyüp, torunlarımızı bile içine çekecek.
Bu işi yapabilecek cesur bir adam bulduk.
Ama o yumruklanırken bizler, cesur komutanın arkasından sadece ‘‘Bravo kapitano’’ diye alkışlamakla yetinirsek, bu kara deliği kapatamayız.
Paylaş