Hafta başındaki ikinci Kardak krizinde çok karanlık bazı noktalar var. Ankara’da bulunan Yunan Dışişleri Bakanı Molivyatis ile Türk Bakanı Gül, saat 23.05’te bir formül üzerinde anlaştı.
AĞIR bir grip dolayısıyla yazılarıma salı günü başlamayı planlıyordum. Ama son 48 saat içinde öğrendiğim bazı bilgiler, gazetecilik heyecanımı, grip ateşinin üzerine çıkardı.
Anlatacağım şeyler, Türkiye ile Yunanistan arasında çok, ama çok kritik bir günün bilançosu.
Bunların bir kısmı somut bilgiler.
Bir kısmı da bu somut bilgilerin yorumu.
Bu yazıyı çok dikkatli bir üslupla kaleme alıyorum.
Ama özellikle Atina’daki sivil çevrelerin dikkatle okumasında büyük yarar olduğunu düşünüyorum.
Çünkü, Molivyatis’in Türkiye ziyareti sırasında, bana göre çok karanlık bazı olaylar cereyan etti.
Bu olayların asıl sorgulanması gereken adresin Ankara değil, Atina olduğuna inanıyorum.
HADİ BALIKÇI CAHİL YA KOMUTANLAR
Bu yazıda işte bu karanlık olayları sorgulayacağım.
Tek tek adres vererek.
Önce ülke ziyaretleri sırasında benimsenen siyasi kültürden başlayayım.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 27 Ekim 2003 tarihinde Atina’ya resmi bir ziyarete giderken, Türkiye Ege’deki uçuşları üç gün için durdurdu.
Bu, siyasi nezaketin en basit kurallarından biriydi.
Atina Olimpiyatları boyunca Ege’de tek Türk uçağı uçmadı.
Ama bakın Yunanistan Dışişleri Bakanı, Ankara’ya geldiği gün neler oldu?
Birinci karanlık nokta.
Kardak adası civarı, Çiller dönemindeki krizden beri netameli bir yer.
Yani oraya ne Yunan ne de Türk tekneleri yanaşıyor.
Ama nedense, tam bakanın geleceği gün bir Yunan balıkçısı oraya gitmeye kalkışıyor.
Hadi o cahil bir balıkçı, Molivyatis’in Ankara’da olduğunu bilmiyor.
Ya Yunan sahil muhafaza botları?
Balıkçı böyle kritik bir günde, onların gözü önünde Kardak’a doğru açılıyor.
Sonra olaylar patlıyor.
Yunan sahil muhafaza, Türk sahil muhafaza derken iş büyüyor.
GAZETECİLER İLE YUNAN SÖZCÜ ARASINDA KAVGA
İkinci karanlık nokta.
Olay patladıktan sonra Atina ve Ankara’nın tutumları birbirinden çok farklı.
Bazı çevreler daha sabahtan Yunan basınını harekete geçiriyor. Bakan Ankara’daymış takan yok.
Durumu yatıştırma yönünde hiçbir resmi yetkili parmağını oynatmıyor.
Tam aksine, Ankara’da Dışişleri Bakanlığı binasındaki ortak toplantıdan sonra şöyle ilginç bir olay yaşanıyor.
Her iki taraf da kendi ülkesinin gazetecilerine ayrı ayrı brifing veriyor.
Türk tarafının brifingi sakin geçerken, Yunanlıların bulunduğu salonda neredeyse kavga çıkıyor.
Bazı Yunanlı gazeteciler, Yunan Dışişleri Bakanlığı’nın sözcüsüyle tartışmaya giriyor ve bakanı Atina’ya geri döndürmeye uğraşıyor.
Belli ki Atina’da düğmeye basanlar, Ankara’da bazı mekanizmaları harekete geçiriyorlar.
GEMİLER GELİYOR BAKAN HABERSİZ
Üçüncü karanlık nokta.
Gün boyunca Ankara’da garip şeyler oluyor.
En önemli ayrıntı şu:
Molivyatis, Yunan gemilerinin Kardak civarına geldiğinden habersiz.
Yani Savunma Bakanlığı ona haber vermemiş. Bakan yanındakilere şaşkınlıkla gemileri soruyor.
Daha bu şaşkınlığı geçmeden ikinci bir şok geliyor.
Yunan uçakları Ege’de masif (yoğun) uçuşa başlıyor.
Dışişleri Bakanı’nın bundan da haberi yok.
Türk uçakları ise buna yine ölçülü cevap veriyor.
Türkiye’nin Ege üzerindeki uçuşlarda Yunan uçaklarına cevabı çoğunlukla 1’e 6, hatta 1’e 10 oranında daha az oluyor.
Dışişleri ile Genelkurmay tam bir işbirliği içinde hareket ediyor.
Kriz patladığı halde Türk uçakları rutin uçuş dışına çıkmıyor.
Hatta ziyaretin ertesi gününde de rutin uçuş dışına çıkılmıyor.
ESKİŞEHİR-LARİSSA HATTI ÖNEMSİZ MESAJI
Dördüncü karanlık nokta.
O gün Ankara’da çok önemli bir anlaşma imzalanıyor.
Eskişehir Üssü ile Larissa Üssü arasında direkt temas sağlayacak bir sistem kurulması kararlaştırılıyor.
Bunu hem Gül hem de Molivyatis çok önemsiyor.
Nitekim bu anlaşma ertesi günkü Hürriyet’in de manşeti oluyor.
Ama nedense Atina’daki aynı çevreler, bunu basına çok önemsiz bir anlaşma olarak sunuyorlar. Gerekçeleri de şu:
‘Zaten daha önceden de böyle bir sistem vardı.’
Oysa yok.
Bugüne kadar bütün ilişki NATO sistemi aracılığıyla kuruluyordu.
Yani iki ülkenin askerleri arasında direkt bir temas yoktu ve NATO aracılığıyla temas da zaman alıyordu.
Ege’de karşı karşıya gelen gemiler ve semada it dalaşına giren uçaklar arasında hiçbir temas olmuyordu.
Şimdi ilk defa Ege’deki karşılıklı uçuşların iki ana üssü arasında anında direkt temas imkánı doğuyordu.
Ama dediğim gibi, Atina’da bazı çevreler, nedense bunu minimalize etme peşindeydi.
MOLİVYATİS, ATİNA İLE KONUŞUP EVET DİYOR
Ve son karanlık nokta.
Kriz gecesinin kreşendosu.
Olayın birincisinden bile daha tehlikeli bir krize dönüşme ihtimali iyice büyüdüğü an, Ankara’da Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları bir çözüm formülü buluyor.
Bulunan formül şu:
İki taraf aynı anda çekilecek.
Önce Yunan gemilerinden biri kımıldayacak.
O kımıldadığı an, bir Türk gemisi aynı şeyi yapacak.
Sonra da gemiler yavaş yavaş ayrılacak.
Saat tam 23.05’te iki taraf da bu formüle evet diyor.
Molivyatis, Atina’dan Savunma Bakanı’nı arayıp onunla konuşuyor ve durumu anlatıyor.
ATİNA’DAN ‘KIMILDA’ EMRİ GELMİYOR
Türk gemileri hazır; ama nedense Yunan gemilerinde santim kımıldama olmuyor.
Yani Atina’da bir güç, krizi giderecek formül için nedense düğmeye basmıyor.
Bu gergin bekleyiş iki saate yakın sürüyor.
Sonunda Atina’dan beklenen karar geliyor ve gemiler ayrılıyor.
İşte ikinci Kardak krizinin perde arkasında bu olaylar yaşanıyor.
Şimdi gelelim olayın yorumuna ve sorulara.
Molivyatis’in Ankara ziyaretini torpillemek isteyenler mi vardı?
Son zamanlarda yorgun olduğu, öğleden sonra erken saatlerde evine döndüğü yolunda eleştiriler alan Yunan Dışişleri Bakanı’ndan kurtulma operasyonu muydu?
Yoksa Atina’da bir süre için ipler başkalarının eline mi geçmişti?
Bu soruların cevabını bulmak bize değil, Yunanlı meslektaşlarımıza ait bir görev.
ÖZAL, LONDRA’DA BENZER BİR KRİZE EL KOYMUŞTU
Ama ben çok rahatlıkla şu yorumu yapabilirim:
Hep Türkiye’de askerlerin sivillere danışmadan inisiyatif kullandıkları eleştirisi yapılırdı.
Bu defa galiba işler tersine işledi.
Atina’da bir süre için ipler askerlerin eline geçti.
Hatırlayacaksınız, 1980’li yıllarda Hora krizi sırasında buna benzer bir olay yaşanmıştı.
Özal, Londra’dayken Ege krizi patlamış, Ankara’da askeri bir yetkili televizyona çıkıp açıklamalar yapmıştı.
Özal, Londra’daki otele BBC muhabirini davet ederek yatıştırıcı bir mülakat vermiş ve tekrar duruma el koymuştu.
Diyorum ki, madem Ege’nin bu yakasında derin devleti tartışıyoruz...
Acaba öteki tarafında da aynı şeyi yapma zamanı gelmedi mi?..