Paylaş
Dedi ki:
“Ayasofya Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkiyetindedir ve her türlü tasarruf yetkisi Türkiye’nin içişlerini ilgilendiren bir konudur...”
*
Doğrudur...
Bu kararı Türkiye verecektir ve geçmişte iki defa kendi iradesi ile vermiştir.
Biri 1453’te orayı cami yaparak...
Öteki 1934’te orayı müzeye çevirerek...
İkisi de “zamanın ruhuna” uygun kararlardır.
Peki bugün “zamanın ruhu” nedir?
Ben kendi payıma bu soruya cevap verirken şunları düşünüyorum:
Biz yıllardır bütün dünyaya İstanbul’u anlatırken, birçok medeniyet ve inancın bu şehirde bir arada yaşadığını övünerek anlatmıyor muyuz?
Tanıtımlarımızda bunu vurgulamıyor muyuz?
*
Bir de şunu düşünüyorum:
İspanyayı her ziyaret ettiğimde orada kiliseye çevrilen Endülüs camileri bende hep hüzün yaratmıştır.
İslam’a ait o ibadet mekânının Hıristiyan ibadetine açılmasının, aslında İspanya halkı için bir ayıp olduğunu düşünürüm.
*
Sonra müze haline getirilip bütün insanlığın ziyaretine açılan bir mabedin bize neler kattığına baktım...
Her gün 100 bin caminde beş vakit ezan okunan bir ülke olarak, bir başka inancın mabedini kültürel bir varlık ve kutsal bir emanet olarak korumanın ne kadar güzel bir davranış olduğuna inandım.
Ve bu davranışın bize, Kudüs camilerini, İsrail’in tasarrufuna karşı savunma konusunda ne kadar güç kattığını, ne kadar haklı hale getirdiğini düşündüm.
*
Ve en sonunda aklıma 2006 yılında Papa XVI’ncı Benedictus’un Türkiye’yi ziyareti sırasında yayınlanan bir yazı geldi.
28 ŞUBAT MAĞDURU HASAN CELAL GÜZEL NE DEMİŞTİ
29 Kasım 2006 günü İstanbul’da tarihi bir gün yaşandı.
Papa XVI’ncı Benedictus, Fener Patriği Bartholomeos’u ziyaret etti.
Sonra birlikte Ayasofya Müzesi’ne gittiler.
*
Bu ziyaretten bir gün önce, 28 Kasım 2006 günü Radikal gazetesinde ilginç bir yazı çıktı.
Yazan rahmetli Hasan Celal Güzel’di...
Yani muhafazakâr dünyada yer alan, liberal fikirlere sahip aydın bir bürokrat...
*
Yazısı şu paragrafla bitiyordu:
“Ayasofya’ya gelince; bize göre Ayasofya, İslâm’ın en önemli mâbetlerinden biridir. Gönlümüz hiç şüphesiz onun câmi olmasından yanadır. Ancak, görünen odur ki, Hıristiyan âlemi de ona büyük bir kutsiyet atfetmektedir. Ayasofya’nın iki kurucusundan birisi Justinianus ise, diğeri de onu harap hâlinden kurtararak ikinci defa inşa eden Fatih Sultan Mehmed Han’dır.
Bu konuda teklifimiz, Ayasofya’nın hem cami, hem kilise olarak ibadete açılması, hem de müze olarak ziyaret edilebilmesidir. Bunun modern teknolojinin imkânlarıyla (mesela, otomatik açılıp kapanan perdelerle) yapılabileceğini düşünüyoruz. Bu bir proje olarak gerçekleştirilebilirse, dinler arası yakınlaşmaya da medar olabilecektir.”
*
Yani diyor ki...
Ya iki inancın ibadetine birlikte açın...
Ya da müze olarak koruyun...
Ben de oranın müze olarak kalmasının hem “zamanın ruhuna”, hem menfaatimize uygun olacağına, hem de medeniyetimize daha çok yakışacağına inananlardanım.
*
NOT: Papa o geziden sonra ayrılırken havalimanında İstanbul Valisi Muammer Güler’e “Ayasofya Müzesi’ne gittim” demişti.
Yani “kilise” dememişti.
‘BIRAKMA HARULA’ ÇIĞLIĞIM YUNANİSTAN’DAN DUYULDU
AŞAĞIDAKİ fotoğrafı dün Yorgo Kırbaki gönderdi.
Yunanistan’ın en büyük sanatçılarından Haris Aleksiu’nun şarkı söylemeyi bırakacağını açıklamasından sonra ona seslenmiştim:
“Harula asıl şimdi şarkı söyleme zamanı” demiştim.
Bu yazı, Yunanistan’ın en çok izlenen kanalı Skai’de yayınlanmış.
Ne yalan söyleyeyim.
Çok sevindim.
YENİ NORMALİN İLK POZİTİF SİYASETÇİSİ
Yoksa bana mı öyle geliyor...
İlk günlerde yüzü daha gergindi...
Daha endişeliydi.
Verdiği bilgilerle, ciddiyetiyle, her soruya cevap verişiyle güven veriyordu.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca son zamanlarda rahatladı, yüz hatları yumuşadı... Espriler
yapmaya başladı...
Trollerin kararttığı sosyal medyada küçük mizahi mesajlarla fark yarattı...
Şimdi de yarattığı bu sempati ile güven veriyor...
İyi bir işinsanıydı...
“Yeni normalin ilk pozitif siyasetçisi” oldu...
HERKES ÖYLE DERKEN HALUK LEVENT NİYE BÖYLE DİYOR
HALUK Levent İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çıkardığı İstanbul dergisine konuşmuş.
Çok karamsar. Şöyle diyor:
“Dünyada çok şeyin değişeceğine inanmıyorum. Herkes korona sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylüyor. Maalesef her şey eskisi gibi olacak. Çünkü ülkeler bazında benciliz. Ülkelerin sistemleri duyguya değil kasalarına girecek paraya göre çalışıyor.”
20’NCİ YILINI DOLDURAN BEŞ MİLENYUM EFSANESİ
İSTANBUL dergisi yazarı Tolga Akyıldız, 2000 yılında çıkıp bu yıl 20’nci yıldönümünü kutlayan 5 efsane albümü çok güzel yazmış:
KÜRESEL DÜNYAYI TİYE ALAN ALBÜM
Sezen Aksu ve “Deliveren”...
Küresel dünyayı tiye alan bir albüm. Hem Sezen baladları, hem Sezen’in o müstehzi halleri...
“Sarı Odalar”, “Keskin Bıçak”, Kahpe Kader”, “Gidiyorum Bu Şehirden”...
Hiçbiri unutulmadı.
KRAL TV’NİN KLİP İSTİBDADINA İSYAN
Candan Erçetin ve “Elbette”...
O günkü en büyük iddiası “klipsiz” sadece dinlenilen bir albüm çıkarmaktı. Kral TV’lerin krallığına meydan okuyan bir albüm yani.
“Elbette” unutulmadı...
Yine de albümden iki video klip çıktı.
RÜYA TAKIMIN EŞLİĞİNDE HARİKA BİR “SON FASIL”
Ayşegül Aldinç ve “Nefes”...
Müzisyenlerin “Rüya takım” dediği bir ekiple çalıştı.
Dört Sezen şarkısı: “Aylardan Mayıs”, “Son Fasıl”, “Ağır Abim”, “Şikâyetim Yok”. Aysel Gürel-Timur Selçuk ortaklığı ile “Gözlerin Su Yeşili” ve bir Haris Aleksiu şarkısı: “Güle Güle/Solidao”...
MÜSLÜMAN MAHALLESİNE SALYANGOZ GETİREN ALBÜM
Aylin Aslım ve “Gelgit”...
Bir öğrenci evinde yazılmış şarkılar. Yapımcı şirketlerin “Müslüman mahallesinde salyangoz mu satacaksın” diye kapılarını kapattığı bir albüm. Radyolar görmezden geliyor, çalmıyor.
O şarkıların değeri yıllar sonra anlaşılıyor.
Kült bir albüm yani.
MİLENYUM YALAN BALONUNA İLK İĞNE
Hande Yener ve “Senden İbaret”...
Milenyumun başında ünlülerin uğradığı bir giyim mağazasında satış elemanıydı. Hülya Avşar’la tanıştı. O onu Sezen Aksu ile tanıştırdı.
Ercan Saatçi’nin de katkısıyla parladı.
“Yalanın Batsın” milenyum Türkiye’sinin en önemli hitlerinden biri oldu.
Paylaş