Paylaş
Geçen çarşamba günü Kanal A’da Esra Harmanda’nın programına katıldım.
Bana şu soruyu sordu: “Hayatınızda hiç siyasi olaylara karışıp orayı burayı taşladığınız oldu mu?”
Düşündüm…
Aklıma sadece üç eylem geldi.
Birinde Adalet Partisi’nin genel merkezi önünde gösteri yapmıştık.
Süleyman Demirel’e ifrit oluyorduk. Binaya taşlar atıldı ama ben atmadım.
Öteki Amerikan Kültür Merkezi’nin önünde bir gösteriydi.
Bir de 1967 Kıbrıs olayları sırasında, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakan Yardımcısı Cyrus Vance Ankara’ya geliyordu.
Onun gelişini engellemek için Esenboğa Havalanı’na gitmiş ve piste yatarak uçağının inmesini engellemeye çalışmıştık.
Ama onun uçağı Etimesgut Askeri Havaalanı’na inmişti.
Esra Harmanda şaşırdı. “Yani bütün solculuğunuz bu kadarcık mı” dedi.
“Evet, bu kadardı. Türkiye İşçi Partisi’ni destekliyordum. Ama kafam çok karışıktı” dedim.
Gerçekten karışıktı.
KİM OLDUĞUMA BEN DEĞİL EŞİM TANSU KARAR VERDİ
Kaldığım evdeki odamda başucumda iki poster asılıydı.
Biri Karl Marx, öteki ise Rolling Stones’un solisti Mick Jagger.
Peki ben hangisiydim?
Cevabını Tansu verdi.
Daha ilk karşılaşmamızda teşhisi koydu:
“Seninle, Mick Jagger’a benzediğin için çıkıyorum” dedi.
Böylece kim olduğuma o an karar verdim. O günden itibaren, hep Mick Jagger’a benzemeye çalıştım.
Siyasal Bilgiler’in kantinindeki devrimci arkadaşlarım, beni fazla ‘pop’ buldukları için dışladı.
Derin popçu arkadaşlarımsa, fazla siyasi ve Marksist buldukları için...
O gün iki cemaat arasında kaldım ve kimseye yaranamadım.
Bu, iki arada bir derede kalmışlık, bir alınyazısı gibi bütün hayatım boyunca yakamı bırakmamış.
Kimseye yaranamamışım.
MOVE LIKE JAGGER ŞARKISINI DİNLERKEN
Peki bu bir hüzün itirafı mı?
Hayır, hiç değil.
Bir kere şu var: Başımdaki saçlar epey azaldığı halde, Tansu bana hâlâ Mick Jagger muamelesi yapıyor.
Ben de bu havayı canlı tutmak için günde en az iki defa Maroon 5’ın ‘Move Like Jagger’ şarkısını dinliyorum.
Acayip iyi geliyor.
İkincisi de şu: Bana göre Mick Jagger, ‘sürdürülebilir başarının’ en parlak temsilcilerinden biri.
HER GÜN FENDER’İMİ ÇIKARIP OKŞUYORUM
Rolling Stones bu yıl kuruluşunun 50’nci yılını kutluyor.
Hâlâ zirvedeler. Hâlâ statlara binlerce insanı topluyorlar.
Bu yıl ocak ayında, Davos’ta Mick Jagger’la karşılaşıp sohbet ederken çok heyecanlandım.
Ona yanlışlıkla gazeteci olduğumu söyledim ve cümlemi şöyle tamamladım:
“Oysa ben Mick Jagger olmak istiyordum.”
Hüzün itirafı mı?
Hayır, asla değil.
O yüzden Fender Stratocaster gitarımı her gün ihtimamla kutusundan çıkarıp okşuyorum…
GELESİM DE YOK GİDESİM DE
Daha çok gençken,
Hayatın bana çok şeyler vaat edip, çok az şeyler verdiği günlerde bir şarkı dinlemiştim.
“Bırak, takma, her şeyi iyi tarafından al” diyordu.
Alamıyordum.
Ne zaman bir otobüse binsem, ne zaman kaçmak, uzaklara gitmek, genç bir hicrete teşebbüs etmek istesem, yanımda boş bir koltuk beni alıkoyuyordu.
Kimselerin oturmadığı, hiç dolmayan, hiç dolmayacakmış gibi duran bomboş bir koltuktu bu.
O koltuk bana hep çizmek isteyip de çizemediğim bir simayı, dokunmak isteyip de dokunamadığın bir bedeni; anlatmak isteyip de bir türlü konuşamadığım bir silüeti vaat ediyordu.
Heyhat… Hiç vermiyordu.
İşte o günlerde Walker Brothers’ın harika bir şarkısını dinlemiştim.
‘Make it easy on yourself’ diyordu. Hayatın mutlaka iyi bir tarafı vardır ve sen hep o tarafından al...
MÜSEKKİN BİR ŞARKI
Bu şarkı bugüne kadar hiç yakamı bırakmadı. Vır vır edip durdu, bana hep aynı şeyi anlattı.
Tuhaf bir şarkıdır bu.
Ayrılık şarkısıdır, hüzünlüdür;
Ama müsekkin bir şarkıdır.
Ayakta kalamayacak olsanız bile, hiç olmazsa dizlerinizin üzerinizde yalvarmanıza yardım edecek tuhaf bir şeydir.
TUHAF BİR YILDI
Bugünlerde ‘Arta Kalan Zamanda’ adlı CD’nin ikincisini bitirdim.
Bu CD’yi hayatımın tuhaf bir yılında hazırladım.
Yepyeni şeyleri keşfettiğim bir yıldı.
Mesela bir masada yan yana oturmanın güzelliğini keşfettiğim bir yıldı.
Yandaki boş koltuğunun ne olduğunu anladığım bir yıldı.
Mesela ‘Ötekinin keyfini çıkarmak’ cümlesini öğrendiğim yıldı.
Yabbaadadadadduuuu diye bağırmayı ölesiye özlediğim bir yıldı.
‘Gelesim de yok, gidesim de’ sancısını tattığım yıldı.
Doya doya bağırmak istiyordum ama hayat bana fısıltıyı bile yasaklamıştı.
2011 tuhaf bir yıldı...
Hiç bitmez dediğim şeylerin bitebileceği korkusunu yaşadığım yıldı.
İçimdeki ağır hüznü, acemi kahkahalarla, suni gülümsemelerle, mutluluk taklitleriyle kamufle etmeye çalıştığım günlerin hatırası oldu.
BİR DÖNEM KAPANIYOR
Dün, son rötuşlardan sonra müziklerin üstüne Selçuk Yöntem’in okuduğu metinleri dinlerken anladım ki; artık Mick Jagger olabilmem için vakit çok geçti.
Ve bu CD’yle birlikte, hayatımın bir dönemi kapanıyordu.
“Olsun” dedim.
Kabullenebilmek de bir şeydir…
Paylaş