Paylaş
“İstanbul-Bodrum yolunda 4 saat önce Bursa çıkışına meteor düştü. Şimdi Bodrum’a giriyoruz, bir meteor daha düştü. Birileri dünyaya taş fırlatıyor bu gece...”
Evet, 19 Ağustos gecesi bütün dünya gökyüzünden gelen meteor yağmurunu izledi...
Peki o gece yağan aslında neydi?
Tanrı’nın attığı taşlar mıydı? İlahi bir güç, 21’inci yüzyılda adaletsizliklerle, vicdansızlıklarla, savaşlarla, çevre tahribatıyla şeytanlaşmış bir dünyayı taşlıyor muydu?
*
Her zamanki gibi o gece de uzaya baktığımız zaman gördüğümüz tek şey Ay, Güneş ve yıldızlardı...
Yerinde duran veya düşen meteorlardan ibaretti.
“Var olan şeylerden...”
Yani “değişmez olan şeylerden...”
*
Oysa aynı gece aynı gökyüzüne bakan bir İtalyan fizik kuramcısı farklı şeyler görüyordu.
“Olaylar...”
Çünkü onun gözünde, “Evren bir nesneler toplamı değildir. Bir olaylar toplamıdır”...
Çünkü asıl farkına varmamız gereken şey, durağan, hareketsiz olanlar değildir... Asıl olan, geçiciliğin evrensel olduğunu fark etmemizdir...
Oysa nesiller boyunca fikrisabiti tutarlılık ve sadakat olarak gören insan, değişmez olanları tercih etti.
Değişenleri görmeye çalışanlar için ise “dönek” deyip çıktı işin içinden.
YALAN SÖYLEDİĞİNDE BURNU UZAYAN BİR KUKLA VAR MIDIR
Birinci yazıda okuduğunuz sözleri söyleyen kişi, İtalyan fizikçi Carlo Rovelli’ydi.
Rovelli, Hawkings’in ölümünden sonra bugün en çok okunan fizik kuramcılarının başında geliyor.
Onun 2017’de çıkan kitabı ‘Zamanın Düzeni’(*), pandemi sırasında Türkçe yayınlandı.
*
İşte o kitapta, popülizmlerin yükseldiği günümüzde çok geçerli bir soruyu soruyor:
“Yalan söylediğinde burnu uzayan bir kukla var mıdır?”
Cevabını da şöyle veriyor:
“Tabii ki vardır: Pinokyo...”
*
Evet, doğru bir cevap...
Ama hemen arkasından şunu ekliyor:
“Hayır, yoktur. Bu yalnızca Collodi’nin yarattığı bir hayaldir...”
*
Bu da doğru değil mi... Evet, doğru... “Çünkü var olmak fiili farklı anlamlarda kullanılır...”
*
BENİM POP YORUMUM:
Ama ne yazık ki yaşadığımız dünyada sadece kendimize ait var olmayı gerçek kabul ediyoruz ve savunduğumuz o gerçek uğruna gerektiğinde insanları hapse attırıyor hatta öldürtüyoruz...
*
(*): Carlo Rovelli: ‘Zamanın Düzeni’, Çev: Tolga Esmer, Tellekt (Can Yay.), Haziran 2020.
DOĞA İNGİLİZLERE Mİ BENZER, TÜRKLERE Mİ
ÖYLEYSE “doğadaki olaylar” neye benzer?
Mesela doğadaki olayları duraktaki bir otobüs kuyruğuna benzetirsek....
19 Ağustos gecesi gökyüzündeki aynı meteor yağmurunu seyreden İngilizlere mi... Yoksa bana, Ömür Gedik’e, bizlere, yani Türklere mi?
*
Rovelli’nin kitabında Türklerle ilgili bir cevap yok.
Ama “İngilizlere mi, İtalyanlara mı” sorusunun cevabı var...
Şöyle diyor:
“Doğadaki olaylar İngilizler gibi sıraya girmez. İtalyanlar gibi kaotik bir güruh yaratır...”
*
BENİM POP YORUMUM:
Öyleyse biz Akdenizlilerin doğayı çok daha iyi anlayıp çok daha fazla korumaya çalışması gerekmez mi...
Tabii bu soru bu bilimsel kitabın konusu değil.
DAĞDAKİLER Mİ DAHA DÖNEKTİR, YOKSA DENİZ KENARINDAKİLER Mİ
‘ZAMANIN Düzeni’ kitabı, çoğumuzun bildiği ama inanmakta yine de zorluk çektiği bir fizik gerçeğiyle başlıyor.
“Zaman dağda daha hızlı, ovada daha yavaş akar. Aradaki fark küçüktür ama bugün internetten birkaç bin Euro’ya alınabilen hassas aletlerle ölçülebilir...”
İki arkadaş ayrılır, biri ovada, diğeri dağda yaşamaya başlar. Yıllar sonra buluşurlar. Ovadaki daha az süre yaşamış, daha az yaşlanmıştır.
*
Öteki daha çok yaşamış dolayısıyla düşüncelerini geliştirmek için daha çok zamanı olmuştur.
Veya sabit fikirlerini önyargı, ideoloji, inanç haline getirebilmek için epey boş zamanı vardır.
BENİM POP YORUMUM:
Şimdi peygamberlerin Tanrı’nın buyruğunu almak için niye hep dağlardaki mağaralara girdiğini daha iyi anlıyor musunuz?
Veya Nietszche’nin Zerdüşt’ünün Tanrı’yı öldürmek için niye dağdaki bir mağaraya kapandığını...
Çünkü orada inançlı olmak için de inkârcı olmak için de daha çok zaman var.
GERÇEĞİ HANGİSİ ANLATIR: ‘-Dİ’ Mİ, ‘-YOR’ MU, ‘-CEK’ Mİ
ROVELLI’nin en çarpıcı sorularından biri şu: “Gerçeği en iyi anlatan dilbilgisi kuralı nedir?”
Fiiller mi? Sıfatlar mı? Zamirler mi? Özneler mi?
*
Aradan çekilip sözü ona bırakıyorum:
“Pek çok modern dilbilgisinde fiiller, ‘geçmiş zaman’, ‘şimdiki zaman’ ‘gelecek zaman’ olarak çekilir.
Bu, evrenin çok daha karmaşık olan gerçek zamansal yapısından söz etmek için uygun değildir.
Dilbilgisi, doğanın zengin yapısını kavramaktaki belirsizliğinin farkına varmamızdan önce bizim kısıtlı deneyimlerimizle oluşmuştur.”
*
BENİM POP YORUMUM:
Şimdi anlıyor musunuz, Karadeniz’de bulunan bir doğalgaz rezervi konusunda bile niye bir duygu beraberliği kuramadığımızı...
Çünkü yeni bir dile ihtiyacımız var...
“-di’li” geçmişe saplanıp kalmışız...
Veya “-cek, -cak’lı” konuşuyoruz...
Oysa karmaşıklaşan şu 21’inci yüzyıl ufkunda yeni zaman kiplerine, fiillere, sıfatlara, zamirlere ihtiyacımız var...
Artık “trolleşmiş” bir şimdiki zaman kipiyle, birbirimizi ve dünyamızda olup biteni anlamamıza hiç imkân yok.
KADININ ADI YOKTU, ARTIK ERKEĞİN DE YOK
BÜGÜNLÜK bu kadar fizik teorisi yeter.
Farklı bir konuya da değineyim.
*
‘Post MeToo’ döneminin en önemli işaretlerinden biri önceki gün geldi.
Berlin Film Festivali, bundan böyle vereceği ödüllerde “cinsiyeti” kaldırdı.
Yani artık “en iyi erkek oyuncu” veya “en iyi kadın oyuncu” ödülü verilmeyecek.
Sadece “en iyi oyuncu” ödülü olacak.
*
Berlin Film Festivali’nin önceki gün yaptığı açıklamada çok önemli bir ‘post korona’ etkisi daha vardı.
Yarışma yıllardır verdiği Alfred Bauer Ödülü’nü de kaldırdı.
Alfred Bauer, 1951-76 yılları arasında Berlin Film Festivali’nin direktörlüğünü yaptı.
Festivalin gelişmesinde büyük payı vardı.
Ancak yenilerde yayınlanan bir bilimsel makalede, geçmişte onun Nazilerle derin bir işbirliği içinde olduğu ortaya kondu.
Ve adı festival pantheonunun duvarlarından indirildi.
*
BENİM POP YORUMUM:
Korona felaketinden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Galiba olmuyor...
Bir de ne diyordum?
“Hain” ile “vatansever” arasındaki çizgiyi herkes çizebilir...
Ama hangisinin hangi tarafta kaldığına, yani tarihin sayfalarına kimin ne olarak geçeceğine herkes karar veremez...
Hatta kimse karar veremez...
Ne başkası için...
Ne de
kendiniz için...
Paylaş