Ömer Seyfettin görseydi

TEKRAR nehrin kenarına dönüyorum.

Bugünlerde en sağlam sığınak orası.

Haberin Devamı

Oradan bakınca “şeyler” farklı görünüyor.
İtirazım var, yüksek sesle haykırmak, bağırmak çağırmak istiyorum.
* * *
Mesela şu İsrail’e yardım uçakları meselesi.
İçimdeki insan bağırıyor:
“Yahu bunu şart şurt koşmadan, sadece İslam’a değil, sadece insanlığa bağlayarak göndermenin yolu yok mu?”
Ömer Seyfettin’le büyümüş, “Al diyetini ver şahsiyetimi” meseliyle büyümüş biz Türklere yakışıyor mu sözler.
Gönderdiğiniz iki uçağın iki kanadına, “Bak gönderiyoruz ama özür yoksa dostluk da yok” mesajını yazıp, yangının üzerine su yerine “Mavi Marmara şartı” sıkar gibi yapmak da ne oluyor.
Oysa ben, Gölcük depremini hatırlıyorum.
Yunanistan’ın gönderdiği yardım ekiplerini.
Öylece gelmişlerdi.
Tek bir Yunanlı çıkıp, “Bak gönderiyoruz ama Kıbrıs’tan çekilmezsen dostluk yok” falan dememişti.
Biz de Hürriyet’te “Epharisto komşu” (Teşekkürler komşu) diye manşet atmıştık.
Devlet ağzını açmamıştı. Siyasetçiler ortaya fırlayıp, yardımın içine etmemişti.
Ortada bir tek yardım vardı, bir de iki halkın niyeti, iradesi...
Sizi bilmem ama, beni rahatsız etti.
Şartlı yardım deyince, aklıma nedense Ömer Seyfettin geldi.
Eminim o bile, “Al yardımını, ver kendimi” derdi.
* * *
Başbakan alınmasın, kızmasın.
İmam hatip okulları kongresinde yaptığı konuşmayı da sevmedim.
Ne demek bu? Kenar mahalle çocuklarının tek adresi imam hatipler mi?
Varoş bir tek o okulların müfredatı ile mi hayata atılıyor.
Yani bir tek oralardan mı “halk çocukları” iktidara geliyor.
Öteki okullardan gelen liderler çok mu zengin ailelerdi.
Atatürk...
Halk çocuğuydu.
Keza Süleyman Demirel.
Namı diğer “Çoban Sülü”.
İmam hatipten değil, köy okulundan mezundu.
Etrafınıza bakın...
Partilerde, iş hayatında, üniversitelerde, sporda, sanatta...
Her yerde devlet okullarından mezun başarılı bir halk çocukları ordusu görev başında.
Halk çocuğu olmak, varoştan yukarılara tırmanmak, başarılı olmak...
Bütün bunlar imam hatip okullarının imtiyazlı tekeli değil.
Nehir kenarından işte bu itirazları yüksek sesle haykırmak istiyorum.
Lakin öyle bağırıp çağırmayı da göze alamıyorum.

Haberin Devamı

Cumhuriyet’in türbanı

Haberin Devamı

GEÇEN pazar günü “Cumhuriyet” gazetesinde bir ilan.
Hem de tam Hikmet Çetinkaya’nın yazısının üzerinde.
Türbanlı, sempatik bir kadın sayfadan bize bakıyor.
Adı Ayşe Aydın.
Diş hekimi.
“Salonumun mimarı ben olacağım” diyor.
Yanı başında 6 kadın daha var.
Onların başı açık.
Biri “Havuzum sadece bana özel olsun” diyor.
Öteki, “Evime yakın bir yoga salonu olsa”...
Bu kadınlar “Simpaş”ın konut ilanında yan yana yer alıyor.
İlanda türbanlı bir kadın da kullanmışlar.
Ve bu ilan, “Cumhuriyet” gazetesinde yayınlanıyor.
* * *
Dün Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız’a arayıp sordum.
“Bu ilan gelince hiç tartıştınız mı?”
Bir saniye bile düşünmeden cevap verdi:
“Hayır hiç tartışmadık. Doğrudan gazeteye girdi. Bizim görüşümüz bu. Böyle bir konuyu tartışmamıza gerek yok.”
Cumhuriyet’te daha önce böyle bir ilanın yayınlandığını hatırlamıyorum.
İbrahim Yıldız da hatırlamıyor.
Her şeyin bir “ilk”i var.
Benim hoşuma gitti.
Hiç itiraz sesi yükselmeden, çok doğal bir şekilde gazeteye girmesi daha da hoşuma gitti.
Hep söylüyorum.
Toplumların tarihsel meseleleri kanunla, bastırmayla, bilek bükerek değil, “zamanın ruhunun” kanunları ile çözülüyor.
Türk toplumu türban meselesini “zamanın ruhunun kanunları” ile çözüyor.
Eminim, Kürt meselesini de aynı kanunlar çözecek.
Gerçek milli irade, gerçek sivil anayasa işte bu görünmeyen kanunlarla yazılıyor.

Yazarın Tüm Yazıları