Ölmüş müzisyenler oratoryosu

CENAZE namazında, ikinci sırada saf tutan o ince yüzlü erkeği görünce içimde bir şeyler kırıldı.

Hem de kendime kırıldı.

Suçluluk duygusu mu?

Yok ondan daha derin, daha ezici bir şey.

Ne Türkçe’de, ne de başka dilde karşılığı olan bir sızı.

* * *

İkinci sıradaki adam, siyah takım elbise giymişti.

Kravat takmıştı.

Oysa 1960’lı, 70’li yılların asi bir çocuğuydu.

Bu ince yüzlü adam, Bee Gees topluluğunun en yaratıcı üyesi Robin Gibb’di.

Binlerce kilometre uzaktan Arif Mardin’in cenazesine gelmişti.

Ya ben?

"Bütün müzisyenler cennete gitmeli" diyen bense, üç beş kilometreden oraya gidip, "Hakkım helal olsun" diye haykıramamıştım.

Oysa, hoca üç kere mi istedi, ben beş kere, on kere "Hakkım helal olsun" diye haykırmaya hazırdım.

Olmadı...

* * *

Robin Gibb
’i orada görünce, bir başka cenazeyi de hatırladım.

Lise yıllarımın en hakiki arkadaşı Reşat Nevruzlu, Ege’nin pırıl pırıl bir mayıs günü, Çeşme yolunda uçmuştu.

Uçmuştu diyorum; çünkü öyle hissediyorum ki cennete uçmuştu.

Robin Gibb’i ona bağlayan bir şey vardı ki, onu sadece ben biliyordum.

* * *

Yıl 1967’ydi.

Bee Gees yeni parlıyordu.

Reşat, İzmir Radyosu’nda DJ olarak çalışıyordu.

Aynı odada Ali Kocatepe, Bülent Gül, Bülent Özveren, Şebla Kantarcı ve Ümit Tunççağ da vardı.

Müthiş bir ekip olmuşlardı.

Türkiye’nin en güzel pop müzik programlarını yapıyorlardı.

Bir gün işte o odaya elimde Bee Gees’in bir 45’lik plağıyla girmiştim.

"New York mining disaster" şarkısıydı.

Onlardan dinlediğim ilk şarkıydı ve mest olmuştum.

Reşat ve arkadaşlarına plağı verip "Ne olur bunu çalın" demiştim.

Galiba o radyoda ilk Bee Gees parçası böyle çalınmıştı.

Cenazede olsaydım Robin Gibb’le mutlaka sohbet ederdim.

Ona hem Arif Mardin’in cenazesine geldiği için teşekkür ederdim...

Hem de hayatımın 40 yılı boyunca dinlediğim o bütün güzel şarkılar için teşekkür ederdim.

"Massachusetts", "I started a joke", "To love somebody", "Words" ve daha niceleri...

* * *

Dün Ahmet Ertegün’ü aradım.

Cenazede o da yoktu.

Rahatsızlanmış, doktorları üç dört gün hiçbir yere gitmemesi gerektiğini söylemiş.

Robin Gibb’i ona sordum.

"Bee Gees’in son dönemindeki bütün güzel şarkılarının prodüksiyonunu Arif yaptı" dedi.

Sonra, neredeyse başucu kitabım haline gelmiş olan, Atlantik müzik şirketinin tarihini anlatan "What’d I Say" kitabının 304’üncü sayfasını açtım.

Bee Gees’in "Jive talkin" şarkısının kaydedildiği günü anlatan bölümü okudum.

Arif Mardin anlatıyordu.

"Ortada davulcunun gördüğü bir elektronik metronom vardı. Hiç klik klak sesi duyulmuyordu. Barry’ye, sesini iyice yükseltip indirmesini söyledim. Deneyeceğini söyledi. Yaptığımız plağı çok sevdik. Ama hiçbirimiz onun büyük bir hit olacağını düşünmüyorduk. Ahmet hariç. O içeri geldi ve bu bir dans müziği ve çok büyük bir hit olacak dedi."

"Saturday night fewer"
ve "Jive talkin" bir döneme damgasını vurdu.

80’li yıllarda hepimiz o şarkılarla dans ettik.

* * *

Arif Mardin’i son defa, Cemal Noyan’ın stüdyosunda düzenlediği yaş günü partisinde gördüm.

Çok güzel bir geceydi.

Sezen Aksu ve Tarkan da oradaydı.

O gece bir kere daha müzisyenlerin cennete gitmesi gerektiğine inanmıştım.

Ve hayatımın tek bestesini de o gece yapmıştım.

Hiç yazılmamış, kimsenin duymadığı, benim bile duymadığım o müthiş besteyi.

"Ölmüş müzisyenler oratoryosunu..."
Yazarın Tüm Yazıları