Paylaş
Can Dündar, programda Mehmet Ali Birand’ın hayatını anlatan belgeselle ilgili bilgiler verdi.
Birand o belgeselde benim de konuşmamı istemişti.
Belgeselin seslendirmesini Birand kendisi yapacakmış ve torunu Umberto’ya hitaben anlatacakmış.
Program bittikten sonra Can Dündar belgeselin çok çarpıcı bir sahnesini anlatmış.
Birand hastalığını öğrendiği anı anlatıyormuş.
Bunu biliyorduk ama o hepimizi çok şaşırtan bir şey yapmış.
O sahneyi drama şeklinde yeniden canlandırmış.
Doktoru telefon ediyor, asistanı, “toplantıda” diye bağlamıyor.
Ancak doktoru, “Hayati bir konu” deyince bağlıyor.
İşte o sahneyi yeniden oynamış.
Aynı odada, aynı kişiler bir araya gelmiş.
Telefon çalmış.
Birand’a bağlamışlar, o da arkadaşlarının önünde o sahneyi yeniden oynamış.
Bizi hep şaşırttı...
Yaşarken şaşırttı...
Öldükten sonra da şaşırtmaya devam ediyor.
O rengârenk kravatlar bana neler anlatıyor
İKİ gündür televizyonlarda onun görüntülerini izliyorum.
Gözüm hep kravatlarına takılıyor.
Rengârenk, cüretli, hayat dolu kravatlar.
Tıpkı kendisi gibi...
Hep kahkaha atıyor...
Anlıyorum ki, o, Ankara’nın koyu lacivert ve grinin 50 değil, tek tonunun tahakkümündeki gazeteciliğe sadece Anglosakson bir tarz ve üslup değil, aynı zamanda en cüretkâr renkleri getirmiş.
Nitekim Can Kıraç, onu anlatan kolajına onun rengârenk kravatlarını koymuş.
Ermenilerin öldürüldüğü Pripyat’a ilk giren iki gazeteci bizdik
PRİPYAT MEYDANI Onunla birlikte çok büyük özel işler yapmıştık.
1989 yılında Azerbaycan’da Ermenilerin öldürüldüğü Pripyat şehrine olaylardan sonra giren ilk iki gazeteci bizdik.
Pripyat Meydanı’nda olayı anlatırken video görüntülerini ben çekmiştim.
O sırada bir Azeri gelip “Siz Mehmet Ali Birand’sınız” demişti.
Dağlık Karabağ’dan kaçan göçmenlerden biriymiş.
Oradayken Türk televizyonlarını seyredermiş.
Oradan tanıyormuş.
ELYSEE SARAYI Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın Elysee Sarayı’na kabul ederek mülakat verdiği iki Türk gazeteci ikimizdik.
Şam’da Beşar Esad’la ikimiz görüşmüştük.
Ürdün’de yeni Kral yazlık sarayında ikimizi kabul etmişti.
Büyük gazeteciydi Mehmet Ali Birand...
Kanal D haklı, anma programında Şehrazat’ın şarkısı çok etkileyiciydi
HER ölümün bir şarkısı olmalı.
Ufuk Güldemir’in ölümünde hep Frank Sinatra’nın “My way”i çalınmıştı.
Çok etkileyiciydi.
Kanal, Mehmet Ali Birand için yaptığı programın fon müziği olarak Sezen Aksu’nun en sevdiğim şarkılarından birini çaldı.
Şehrazat’ın harika bestesi “Su gibi”...
Evet, su gibi geçti yıllar...
Ve bu şarkı, “Mutlu öleceğim” diyen gazeteciye çok yakıştı...
Münih Meydanı’nda ona gelen sakallı adam ne demişti
YER Münih...
Geçen yıl.
Mehmet Ali
Birand, Posta gazetesinin genel yayın yönetmeni Rıfat Ababay ve yazarı Candaş Tolga Işık’la yürüyor.
Yolun karşısında ayağında potur, sakallı bir yaşlı adam yürüyor.
Elinde bir file, sebzeler...
Birand’ı görünce, tramvay yolunu aşarak ona doğru koşuyor ve ellerine sarılıyor.
“Ailecek sizi çok seviyoruz. Allah sizden razı olsun” diyor.
Biraz sonra anlıyorlar ki, adam Birand’ı Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu sanmış.
Ama Birand hiç bozmuyor.
Adam ayrıldıktan sonra Ababay, “Mehmet Ali ağabey, neden Bardakoğlu olmadığını söylemedin” diye soruyor.
Birand’ın cevabı şöyle:
“Adamın hayallerini niye kırayım. Evine gidecek, eşine çocuğuna Ali Bardakoğlu ile tanıştım diyecek. Belli ki onun için önemli bir şey. Bu güzel hayali niye bozayım. Kime ne zararı var...”
Hayatı kolaylaştırmak böyle bir şey değildir de nedir?
Yavuz Gökmen’in de ne kadar sevildiğini ölümünden sonra anlamıştık
BAZI insanlar, bazı insanları bize kötü tanıtırlar.
Sanırız ki onun seveni yoktur.
Ya da çok az seveni vardır.
Bunun doğru olmadığını rahmetli Yavuz Gökmen’in cenazesinde anlamıştım.
28 Şubat günleriydi ve onun çok az seveni var sanılıyordu.
En büyük tekzibi cenaze töreni oldu...
Türkiye’nin en sağından en soluna bütün siyasetçiler oradaydı.
Arkasından yazılanlar gösterdi ki...
Onun asıl sevenleri aysbergin altı gibiydi.
Yavuz Gökmen, arkasında bir sevgi seli bırakarak gitti.
Çünkü sahici bir insandı...
Dürüsttü...
Mehmet Ali Birand’ın da bir aysberg insan olduğunu gördük.
Şimdi merak ediyorum: Acaba Türkiye’de nefret objesi haline getirilen kim bilir daha kaç insan vardır.
Ne kadar sevildiklerini ispat etmek için ölümlerini beklemek zorunda olan kim bilir kaç kişi...
Paylaş