Matruşkanın utancı

KİTABI okurken o meşum akşam yine gözümün önüne geldi, yine ürperdim.

Ya 1979 yılının sonu ya da 1980’in başıydı.

Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim.

Üniversitedeki en iyi dostlarımdan biri Prof. Emre Kongar’la akşamüzeri bir kadeh içmek için Mogan Gölü’ne gitmiştik.

Hava kararmıştı ve evimize dönüyorduk.

ORAN yolundan tam Çankaya Köşkü’nün bulunduğu caddeye dönen sapağa yaklaşırken, ilerde birtakım sivil kişilerin arabaları durdurup kontrol yaptıklarını fark ettik.

Ülkücü militanlardı.

Ben o günlerde tanınmış bir insan değildim.

* * *

Ama Emre Kongar, haftada en az iki panelde konuşan, yazıları Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan, kitapları çok satılan sosyal demokrat bir öğretim üyesiydi.

Kalın gözlükleri ve sakalı nedeniyle de kolayca tanınan bir fizyonomisi vardı.

Bir süre önce Bahçelievler’de 7 TİP’li öğrenci öldürülmüştü.

Her gün 20-25 kişi öldürülüyordu.

Gençlere doğru yaklaşırken, içimden bir ses geldi ve "Bas Hocam, geçip gidelim" dedim.

Emre Bey gaza bastı ve geçip gitti.

Arkamdan silahların sayıldığını işitir gibi oldum.

Hálá düşünürüm.

Acaba öyle yapmakla hayatımızı mı kurtarmıştık?

Yoksa ölümcül bir riske mi atmıştık?

* * *

Şimdi önümde Halit Esendir’in hazırladığı "Babıáli’nin Meşhurları" adlı kitap duruyor.

Doğrusu adını hiç sevmedim.

Ama içeriği güzel.

Oktay Ekşi’den Çetin Altan’a, Nazlı Ilıcak’tan Tufan Türenç’e, Taha Akyol’a, Mehmet Şevki Eygi’ye kadar birçok gazeteciyle ilgili bilmediğimiz olaylar anlatılıyor.

Epey zaman geçti.

Samanyolu TV’de bizimle yapılan mülakatlar derlenmiş.

Yayına hazırlanırken biraz özensiz davranılmış ama ben ilgiyle okudum.

Mesela, Oktay Ekşi’nin genç yaşta hayatını kaybetmiş bir ağabeyi olduğunu oradan öğrendim.

Bir de o ağabeyinin adının Kubilay olduğunu...

* * *

O meşum akşama dönüyorum.

Kitapta o akşamın anlatıldığı bölümde benim ağzımdan şöyle bir cümle var:

"Yine Emre ile Gölbaşı’ndan araba ile gelirken ülkücüler yolu kestiler. Ben, ’Bas Emre’ dedim ve barikatı yararak geçtik."

Bu cümleyi okurken çok rahatsız oldum.

O, "Bas Emre" lafı çok utandırdı beni.

Çünkü hayatım boyunca Emre Kongar’a, ya "Hocam" diye hitap ettim, ya da "Emre Bey" dedim.

Tıpkı, hayatım boyunca yardımını çok gördüğüm Hıfzı Topuz’a, Orhan Birgit’e seslendiğim gibi.

Genellikle kendimden büyük insanlara birinci adıyla seslenmem, seslenemem.

Günlük hayatımda da, akademik hayatta da, mesleki hayatta da yaşa ve hiyerarşiye çok dikkat ederim.

Bir de liyakata.

Doğuştan gelen bir lonca adabıyla yaşadım.

O nedenle kitapta o cümleleri görünce üzüldüm.

Aradan çok yıllar geçti, doğrusu hatırlamıyorum.

Mülakat sırasında gerçekten böyle mi dedim, yoksa kısaltılırken mi böyle oldu bilmiyorum.

Ama kitabı okuyan ve okuyacak olan insanlara bu duygumu aktarmayı zorunlu hissettim.

Orada "Emre" diye geçen her cümleyi lütfen "Emre Bey" diye okuyunuz.

* * *

Bazılarınız, "Canım böylesine şahsi bir şey, gazete yazısı olur mu" diye de düşünebilir.

Ama bir ayıp, bir yanlış kamuya mal olduğu zaman, onun telafisinin de kamu önünde olması gerektiğine inananlardanım.

Hayatın bazı alanlarında, porselen dükkánındaki fil hoyratlığına bürünen ruhum, böyle konularda da Karıncaezmez Şevki’ye dönüşüyor.

Her ikisi de benim.

Ama ne yapalım.

Hayatımız, mesleğimiz, şahsiyetimizi böyle tuhaf "matruşka"lara çeviriyor.

(*) Halit Esendir; "Babıáli’nin Meşhurları", Kaynak Yayınları, 2008.
Yazarın Tüm Yazıları