1979 yılı ara seçimleri sırasında, öğretim üyesiydim ve CHP’de danışman olarak çalışıyordum.
Beş yerde seçim yapılıyordu. Ecevit başbakandı.
Seçim otobüsü ile Nazilli’ye gittik.
Nazilli meydanında acayip bir kalabalık vardı.
Nazlı Ilıcak da seçim otobüsündeydi.
Sözleri hálá kulağımda:
"Ecevit burada seçimi götürmüş. 1977 yılı coşkusu hálá dimdik ayakta."
* * *
Ecevit o seçimi 5-0 kaybetti.
Bundan bir süre sonra başbakanlıktan istifa etti.
Nazilli’de meydana gelen insan sayısı kadar oy çıkmadı.
Neden? Bana göre cevabı çok basitti.
Yağ yoktu. Ampul yoktu. Benzin yoktu.
Vatandaş dükkánların, benzin istasyonlarının önünde kuyruktaydı.
Başbakan Erdoğan’dan, onun AKP’sinden rahatsız olanlar, bu hislerin nasıl oya çevrilebileceğini de düşünmek zorundadır.
Anlık öfkelerin, birikmiş kızgınlıkların tatmin edilmesi elbette önemli bir şeydir.
Ama o kitlesel tatmini aldığınız an, kafanızda bir "ertesi gün" senaryosunun bulunması gerekir.
Bence cumartesi günkü mitinge katılanların, destekleyenlerin asıl düşünmesi gereken "ertesi gün", cumhurbaşkanlığı değil, ekim veya kasımda yapılacak seçimin "ertesi günüdür".
O sabah nasıl bir duyguyla yataktan kalkacaksınız?
* * *
Bütün gençlik yıllarım boyunca, seçim ertesi sabahlarına hep büyük hayal kırıklıkları, büyük hüsranlarla uyandım.
Gençliğim Süleyman Demirel zihniyeti ile mücadele ederek geçti.
Tanık olduğum seçimlerin büyük çoğunluğundan o muzaffer çıktı.
Ben de her seçim ertesi, güne, "Bu ülkeden nefret ediyorum, bu halktan nefret ediyorum" diye başladım.
O Demirel bana göre Türkiye’nin en iyi cumhurbaşkanlarından biri oldu.
28 Şubat sürecini mükemmel yönetti.
Unutmayın bundan 7 yıl önce, onu yeniden cumhurbaşkanı yaptırmamak için de büyük bir kampanya yürütülmüştü.
* * *
Erdoğan’ı cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyenlere şunları söyleyebilirim.
Türkiye’nin ilginç bir seçim psikolojisi var.
Bu ülkede "mağduriyet" oya dönüşüyor.
Ama "öfke" her zaman oya dönüşmüyor.
Şöyle bir ihtimale de hazırlıklı olmak gerekir:
Erdoğan, cumhurbaşkanı olmadığı takdirde, bu durumu, oy getirecek bir "mağduriyete" dönüştürebilir.
Seçmenine gidip, "Bakın, sizin bana verdiğiniz oyu oy saymıyorlar. Meclis’te 354 milletvekilim var. Yani sizlerin vekili. Onların oyuyla cumhurbaşkanı seçilemedim" diyebilir.
Benim hafızam zayıf değildir.
Bu gazetede, Erdoğan için "Artık muhtar bile olamaz" başlığını atan da bendim.
Bakın o Erdoğan cezaevinden çıktı, başbakan oldu ve istediği takdirde kendini cumhurbaşkanı seçtirecek oya sahip.
O yüzden onu böyle oy getirici bir "mağduriyet" havasına sokmak yanlıştır.
* * *
Seçimin ertesi sabah şöyle bir tablo çıkarsa ne yapacaksınız?
AKP oyları bir iki puan artmış.
CHP oyları bir iki puan düşmüş.
Erdoğan’ı Çankaya’da görmek istemeyenler, bu sahneyi de şimdiden düşünmelidir.
Yani cumartesi günkü mitingi "oya dönüştürecek" bir zihniyete gerek var.
"Baykal’a asla oy vermem" demeye, "Mehmet Ağar’ı hálá "Susurlukçu" olarak görmeye devam edenler, yarın o sabah geldiğinde, şikáyet etme hakkına asla sahip olmayacaklardır.
14 Nisan mitinginin, "14 Nisan ruhuna" dönüşmesi, ancak bu sonuçla mümkün olabilir.