BUGÜN 15 yaşında bir gence ‘Haydar Kutlu ve Nihat Sargın kimdir’ diye sorsam acaba ne cevap alırdım?
Hadi onlar bilemedi.
Daha büyükleriacaba bu iki ismi hatırlıyor mu?
BEN BİLE UNUTTUM
Dün yazı işleri toplantısında Nihat Sargın ismini ben bile hatırlayamadım.
Oysa Hürriyet Ankara Büro Temsilcisi olarak neredeyse 2 yıla yakın süre bu iki insanla ilgili haberleri izlemiştim.
Nihat Sargın ile Haydar Kutlu, Türkiye Birleşik Komünist Partisi üyesi iki insandı.
1980’li yıllarda, duvarların yıkılmasına iki yıl kala, yani 1987 yılında kendi arzuları ile Türkiye’ye döndüler.
O sırada Türk Ceza Kanunu’nun 141’inci ve 142’nci maddeleri hálá yürürlükteydi.
O nedenle tutuklanıp DGM’ye verildiler.
Yargılanmaları uzun sürdü.
Aylar boyunca Avrupa’dan heyetler geldi.
Önce duvarlar, sonra komünizm yıkıldığı halde onlar yine içerde kaldılar.
Rahmetli Özal ikisini kurtarmak için epey uğraştı.
Ama DGM savcılarını ve hákimlerini ikna etmek mümkün olmadı.
Haydar Kutlu ile Nihat Sargın’ın cezaevindeki fotoğraflarını yayınlamıştık.
O fotoğraflar hálá gözümün önünde.
O dava Türkiye’nin ayıbıydı.
DGM’nin o kararı Türkiye’ye pahalıya patlamıştı.
Dün DGM’nin Zana ve arkadaşları ile kararından sonra Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’yu düşündüm.
Aradan yıllar geçti.
Nihat Sargın öldü.
Haydar Kutlu bir ara küçük bir yer işletiyordu.
Şimdi ne yaptığını bilmiyorum.
Ama ikisinin de sicillerinde ne hırsızlık, ne uğursuzluk, ne de hortumculuk vardı.
SUÇLARI NEYDİ
Onlara yüklenen tek suç, ‘siyasi inançlarıydı’.
Türkiye şimdi aynı hatayı tekrarlıyor.
Üstelik de DGM’lerin kaldırılmasına kısa süre kala bunu yapıyor.
Yani yargının artık miadı dolmuş bir kurumu tarafından bu hata tekrarlanıyor.
Merak ediyorum.
Dünkü karar hukuki bir gerekçe ile açıklanabilir mi?
Yoksa bilmediğimiz bazı nedenler veya psikolojik etkenler mi var?
YA ÖCALAN
Benim gazetecilik hayatım, PKK’ya karşı mücadele ile geçti.
Çalıştığım gazete Hürriyet, PKK ile mücadelenin korkusuz bir neferiydi.
İşte bu düşünce ve duygularla Leyla Zana olayına bakıyorum, ama çok samimi olarak ‘Onlar hálá niye içerde’ sorusunun cevabını bulamıyorum.
Diyeceksiniz ki Abdullah Öcalan da içerde.
Hiç itirazım yok.
Onun elinde kan var. Hem de çok insanın kanı var.
O nedenle hayatının sonuna kadar içerde kalmalı.
Ama Leyla Zana ve arkadaşları için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
İnsaf edelim, bu insanlar örgütle organik bağı var diye neredeyse 10 yıldır içerde yatıyorlar. Türkiye en insafsız katilini bu kadar içerde yatırmadı.
Bu ülkede eline silah alanla almayan arasında hiçbir ayırım yapmayacaksak, genç kuşaklara siyasetin silahsız yollarını nasıl anlatacağız?
Dahası, Leyla Zana’nın içerde kaldığı her gün biraz daha büyüdüğünün farkında değil miyiz?
‘Canım şunun şurası bir yılı kalmış. Yatsın çıksın’ mı diyorsunuz?
Bu kadar basit değil.
Tam aksine Türkiye bu olayda ‘niyetini göstermeli’ diye düşünüyorum.
Bu ülkede artık bir şeylerin değiştiğini göstermek için daha iyi bir örnek olabilir mi?
NORMAL Mİ
Şehirlerinde Kürtçe kursları açılan, tezgáhlarında Kürtçe kasetler satılan, Meclis’inde Kürt kökenli 80-90 milletvekili olan bir ülkede, eline silah almamış, hırsızlığa, uğursuzluğa karışmamış bazı insanların hálá siyasi nedenlerle içerde yatması sizce normal mi?