Paylaş
Bir bahane uydurularak Türk ordusunun en gizli kalması gereken bölümünün kapıları kırılarak içine girildi.
Girdikleri yer “Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı”ydı.
Orası neresi mi...
Ülkemiz işgale uğrarsa, vereceğimiz kurtuluş savaşında hangimizin nerede görev alacağını, hangi silahın nerede gömülü olduğunu, nasıl haberleşeceğimizi gösteren planlar ve isimler...
*
Hepsi tek tek çalındı.
Bir savaş halinde işgalci düşmana karşı vereceğimiz savaşın, yani beka savaşının bütün şifreleri, planları çalındı.
Ve kopyalandı...
*
Sadece milli mahremiyetimizi çalmadılar...
Bunu yaparken, ordumuzun en kahraman subayları için suçlar uydurdular...
Çoğu hapse atıldı...
Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine aşağılık bir operasyon yapılmadı.
*
O gün o bilgileri kopyalayan kişilerin hiçbir resmi görevi yoktu...
Gönüllü olarak işlediler bu suçu... Yani aşağılık bir çetenin gönüllü militanı, resmi çete üyesi olarak...
*
Dün Hürriyet’te Toygun Atilla’nın haberinden öğrendik.
Devletin en siber güvenlikle korunan bilgilerini çalıp kopyalayan ve yurtdışına taşıyan bu adam, şimdi bir Amerikan üniversitesinde ders veriyormuş. Verdiği dersin adı ne biliyor musunuz?
“Siber güvenlik...”
Yani siber güvenlik hırsızı, siber güvenlik dersi veriyor.
*
Diyor ki...
“Bakın ben Türkiye’nin siber güvenlikle korunan kozmik bilgilerini böyle çaldım. Sizinkiler çalınmasın istiyorsanız şöyle şöyle yapın...”
Herhalde örnek olay olarak da ordumuzun kozmik kasalarından çaldığı bilgileri kullanıyordur.
*
Bu adamlar yıllarca ülkenin en vatansever insanlarına darbeci dediler...
“Hain” dediler...
Şu dediler, bu dediler...
Hapislerde süründürdüler... İntiharlara sürüklediler...
Kanserden üç gram kalmış bedenlerini bile hücrelerde çürüttüler.
Şimdi bakın...
Bir, o gün hain diye damgaladıkları ordumuzun, Suriye’de, Azerbaycan’da, Irak dağlarında yazdığı destanlara bakın...
Bir de bu süfli heriflerin sığındıkları yere...
*
Hep diyorum ya...
“Hain” çok nankör bir kelimedir...
KOPYALAYIP FETÖ’YE GÖTÜRDÜ
Ünal Tatar, FETÖ’cülerin el koyduğu çok gizli belgeleri 1.5 TB’lık bir harddiske kopyaladı. Daha sonra bu kopyayı ABD’ye elebaşı Gülen’e götürdü.
KOZMİK ODA’YA BÖYLE GİRDİLER
FETÖ’cüler, Bülent Arınç’a suikast kumpasıyla 27 Aralık 2009’da ‘Kozmik Oda’ya girmişti.
İLGİNÇ TEORİ: ‘ÇOKEŞLİLİK’ DEĞİL AMA ‘ÇOK AŞKLILIK’
BU hafta seyrettiğim en tuhaf film, Lore adlı dizinin ikinci sezonunun 6’ncı bölümüydü.
Aaron Mahrike’nin podcast olarak yayınlanan podcast hikâyelerinden yapılan bir dizi.
Özelliği geçmişte yaşanmış gerçek olayları televizyon draması haline getiriyorlar ve şu sıralar bu tür diziler çok moda.
Bu bölümde Amerikan roket endüstrisinin kurucularından Jack Parsons’un hayatını anlatan tuhaf bir film...
Adı, “The Devil and the Divine”.
Adam tuhaf mı tuhaf...
Hem roket sanayinin dâhilerinden biri, hem de keskin bir tarikatın lideri...
Tarikatın en büyük ideallerinden biri de “Kızıl kadın”a ulaşmak.
“Kızıl kadın”, Bizans ve Türk mitolojisindeki “Kızıl elma” gibi bir şey...
Sonunda kızıl saçlı bir kadın geliyor ve onda bu idealini buluyor.
Tarikatın kadın-erkek ilişkisi konusundaki teorisi de şu:
“Çokeşlilik değil, çok aşklılık...”
O da tuhaf bir fikir...
BU ADAM OĞLUNA NEDEN ATATÜRK’ÜN ADINI KOYDU
AMERİKALI roket dâhisi Jack Parsons’un hayranı olduğu bir İngiliz tarikat lideri var.
Aleister Crowley...
*
“Altın Şafak Hermetik Cemiyeti” başkanı.
Trinity Kolej mezunu...
Hıristiyanlığa karşı büyük bir şüphesi var.
Günah denilen şeyin aslında hayatın en büyük hazzı olduğuna inanıyor.
Tarihin en tartışılan ve en nefret edilen kişilerinden biri bu...
*
Jack Parsons ona “Babam” diyor...
O da ona “Oğlum” diye sesleniyor.
Aralarında müthiş bir bağ var...
Bu kadar pozitif bir bilim içindeki insan, nasıl olup da böylesine manyakça bir tarikatın mensubu olur anlamak mümkün değil.
*
Bu arada Aleister Crowley’in hayatını araştırırken ilginç bir şeye rastladım.
İşte bu adam ikinci oğluna Atatürk ismini vermiş.
Sırrı hâlâ çözülmeyen bir tuhaflık...
PANTOLON MU MODA MUHALİF GAZETECİ Mİ
AMERİKA Birleşik Devletleri’nde son günlerde ilginç bir ticari olay yaşanıyor.
MSNBC televizyonunun seçim gecesi haberlerini sunan gazetecisin giydiği khaki pantolon acayip moda oldu.
GAP marka khaki pantolonun satışı bir gecede yüzde 90 artmış.
*
Pantolona baktım...
Sıradan mı sıradan, klasik mi klasik bir khaki pantolon...
Gazetecinin üzerinde öyle “Uff” dedirtecek bir duruşu da yok...
Nedir öyleyse bu...
*
MSNBC Trump’a muhalif duran bir kanal.
Seçim gecesi yayınları Trump muhalifleri tarafından çok tutuldu.
Özellikle o gece sürekli anchor olarak ekranda kalan gazeteci ve yorumcu Steve Kornacki çok puan topladı.
*
Kornacki, gece boyunca, ertesi gün ekranda hep bu khaki pantolon gömlek ve özensizce bağlanmış kravatla kaldı.
O nedenle soruyorum...
Sizce moda olan pantolon mu...
Yoksa muhalif gazeteci mi...
*
Bir de yakın plan çekimlerde bugünlerde çok moda olan “Undoing” filmi oyuncusu Hugh Grandt’ı andırması mı...
BİR İÇKİ YÖNETİCİSİNİN İLGİNÇ PODCAST’İNDEN
SON zamanlarda “podcast” denilen sosyal paylaşım mecraları çok hızla yükseliyor.
Bu sayede, çeşitli sektörlerdeki yaratıcı insanların görüşlerini de izleme imkânımız oluyor.
Geçen gün dünyadaki en büyük içki grubu Mey-Diageo’nun Türkiye Genel Müdürü Levent Kömür’ün Ayça Budak’ın podcast’ındaki sohbetini izledim.
Çok ilginç şeyler anlattı.
Size kısa bir özetini vereyim.
RAKI VE ŞARAP HANGİ SINIFLARIN İÇKİSİDİR
LEVENT Kömür anlatıyor:
- Osmanlı döneminin meyhanelerdeki yaygın içkisi şarapmış. Rakı ise daha kolay ulaşılabilen bir içkiymiş ve daha çok liman kesiminde işçilerin içkisiymiş.
- Rakı Cumhuriyet dönemi ile daha çok yaygınlaşmaya başlamış ve meyhaneye girmiş.
- Şarap ve içkinin Osmanlı dönemindeki sınıfsal ayrımı, Cumhuriyet’le birlikte yavaş yavaş silinmiş.
- Bugün içki tüketiminin sosyal sınıf analizleri değişti. Hangi insanın hangi içkiyi içtiğini ait olduğu sınıf değil, hayata bakış tarzı belirliyormuş. O nedenle bir patronla işçi aynı meyhanede içebiliyormuş.
- Cumhuriyet döneminde kadının ilk kamusal alanlarından biri de meyhaneler olmuş. Kadın-erkek birlikte gidilen meyhaneler açılmış.
EDEBİ BİR KÖŞE YAZARINI ÇOK ERKEN KAYBETTİK
AHMET Kekeç Türk basınının edebiyatla en iç içe yazarlarından biriydi.
Üslupçuydu...
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ndendi.
Mavera, Yöneliş gibi edebiyat tarihimizin önemli dergilerinde yazıları çıkıyordu.
Enis Batur’la birlikte çıkardığımız Yazı dergisinin en iyi okuyucularından biriydi.
Siyasi konularda görüşlerimiz çok farklıydı.
Ama bu Bebek Oteli’nin altındaki restoranda buluşup güzel sohbetler yapmamıza hiç mani olmadı.
En güçlü muhaliflerimden birini kaybettim.
Çok erken ayrıldı aramızdan...
Allah gani gani rahmet eylesin sevgili dostuma...
Paylaş