Paylaş
Farklı bir miyavlamaymış.
Derinden, zayıf, hüzünlü...
Nefes alıp vermesi hızlanmış.
Tansu, onu kucağına alınca, biraz sakinleşmiş.
Küçük battaniyesine sarıp köşesine yatırmış.
Başını kaldırıp Tansu’ya bakmış.
İran chinchilla’ları sert bakışlıdır.
Duygularını ele vermezler.
Sessizdirler. Fazla miyavlamazlar.
Ama her kedinin bir veda miyavlaması, bir de son bakışı vardır.
Koska sevgiyle bakmış.
Sonra sessiz bir uykuya dalmış.
* * *
1998 yılının bir yaz günü, kızım Gülümsün, elinde bir kedi kafesiyle Hürriyet’in yazıişleri salonuna girdi.
Kafesi açtığında içinden küçücük bir İran chinchilla kedi çıktı.
Bembeyazdı.
Ürkek gözlerle bana bakıyordu.
Bir petshop’un vitrininde görmüş. Çok küçük ve hastalıklıymış.
Siyah kedimiz “Kedi” bir hafta önce Akbük’te Tansu’nun kucağında ölmüştü.
“Bir daha hiçbir hayvan almam. Ölümleri çok acı veriyor” demişti.
Gülümsün ise “Anneme hemen bir kedi alalım. Ancak o unutturabilir Kedi’nin acısını” demişti.
Akbük’e ben götürmüştüm.
Tansu mesafeli durmuştu. Onu hemen severse, Kedi’nin hatırasına ihanet etmiş olacak gibi gelmişti ona.
* * *
Kediler karşı konulamaz hayvanlardır.
Hele hele küçük kediler... Küçük patiler, küçük bir ağız, boncuk gözler...
En ıstıraplı anınızda bile sizi fethederler...
* * *
Koska 14 yıl önce ailemize böyle katılmıştı.
Küçücük sessiz bir kediydi. Hiç miyavlamıyordu.
Küçük diye miyavlamıyor sanmıştık.
Meğer ölünceye kadar sessiz kalacak bir kediymiş...
* * *
Ayaspaşa’daki evimizdeydik. Hamile kalmıştı.
Bir sabah saat 07’de doğumu başladığında ikimiz de paniklemiştik.
Çok erkendi, veterinere ulaşamamıştık.
Tansu steril eldivenleri takıp ebelik yapmıştı.
Üç yavrusu elimize doğmuştu.
Kendisi de küçüktü, ne yapacağını bilemiyordu.
Bir akşam Doğan Hızlan evimize geldiğinde, yavrularından birini ağzına alıp getirip onun kucağına bırakmıştı.
* * *
Yavrularının üçü de şanslıydı.
İyi ailelere gitmişti. Sevgiyle büyümüşlerdi, hâlâ büyük sevgiyle yaşıyorlardı.
Zaman zaman fotoğrafları geliyordu, bakıyorduk...
Mutlu kediler olduklarını gördükçe biz de mutlu oluyorduk.
* * *
Ayaspaşa’dan Beykoz’a taşındık.
Bir alışveriş merkezinin önünde terk edilmiş bir kaniş terrier ailemize katıldı.
Ona, çok sevdiğimiz bir insanın adını verdik.
“Pakize” dedik.
Önce çok kavga ettiler.
Sonra çok iyi arkadaş oldular.
Yıllarca bizimle birlikte yatağa geldiler.
Bahçede bir kirpi ailesi bize katıldı.
Beykoz’daki ev mutlu insanların ve hayvanların evi oldu.
* * *
Sonra yıllar geçti.
Türkiye’nin de, bizlerin de hayatını değiştiren yıllar.
Yıllar çabuk geçer...
Kediler ve köpekler için ise daha da hızlı geçer..
Koska artık çok yaşlı ve hastaydı.
Tansu Urla’ya taşınırken onu da almak istedi.
Ama yaşlı olduğu için mekânından ayrılmasın dedik.
Ancak, geçen hafta Mehmet Ali Birand’ın cenazesine geldiğinde, onun kucağında, yüzünü avucuna dayayıp öylesine bir baktı ki, Anladık...
Urla’da Tansu’nun yanında ölmek istiyordu...
Kedimiz Koska, dün sabah saat 10’u biraz geçe Urla’daki evimizde öldü.
Son bir haftasını, ormana bakan geniş bir camın kenarındaki divanın ucunda geçirdi.
Pakize onu hiç yalnız bırakmadı.
Camın hemen öteki tarafında, bahçemizin gülleri başlıyordu.
Çeşme Yarımadası, enginar mevsimine hazırlanıyordu.
Birkaç hafta sonra ilk papatyalar açacaktı.
* * *
Kediler hissederler...
Bilirler ki, Ege ilkbaharında ölmek daha zordur...
Onun için ilk papatyaları beklemedi...
Çünkü kediler, ölmeyi insanlardan daha iyi becerirler...
* * *
Tansu, onu, güllerin altına açtığı küçücük mezara koyarken, kulağına fısıldadı:
“Teşekkürler Koska... 14 yıl boyunca bize hiçbir karşılık beklemeden verdiğin bu harika sevgi için...
Teşekkürler...”
Paylaş