UZUN yıllardan beri merak ettiğim bir sorunun cevabını, geçen gün Hürriyet'te yayınlanan küçük bir haberden öğrendim.
Sorum şuydu:
Canlının hayatı nasıl başlar?
Yani bir insanı hayata başlatan ‘‘kontak anahtarı’’ nasıl bir şeydir ve bunu kim çevirir?
Elbette buna verilecek bir cevabımız var.
Bu anahtarı çeviren, her şeyi yaratan Allah'tır.
Ama yine de bunun bir izahı olmalıydı.
İngiliz bilim adamları, canlıların kontak anahtarının nasıl çevrildiğini bulmuşlar.
Bu, spermde bulunan bir genmiş.
Yumurtayla temas ettiği zaman, spermin içindeki bir gen yumurtaya bölünme komutunu veriyormuş.
Hayat işte o küçücük genin verdiği bir emirle başlıyor.
Tek hücreliler de dahil olmak üzere bütün canlılar mükemmel birer organizma.
Tabii ki insan hepsinden daha mükemmel. O nedenle kendine hayran olması da doğal.
Ama her kendine hayran varlığın şaşkınlığa uğradığı anlar da vardır.
* * *
Freud, ‘‘İnsanın ilk şaşkınlığı, dünyamızın evrenin merkezi olmayıp, hayallere sığdırılması zor genişlikte bir kozmik sistemin küçücük bir parçasından ibaret olduğunu öğrenmesidir’’ diyor.
Az buz bir şaşkınlık değil.
İkinci şaşkınlığı ise insan denen mükemmel varlığın aslında binlerce yıl küçümsediği, hor gördüğü hayvanlarla akraba oluşunu keşfetmesidir.
Yani insanın ‘‘kıllı, kuyruklu, dört ayaklı’’ bir hayvandan türediği gerçeği ile karşı karşıya kalmak.
Ama Freud'a göre asıl şaşkınlık, insanın kendi içinde bir başkasının bulunduğunu öğrenmesiymiş.
* * *
Yani insan egosunun ‘‘kendi mülkünün bile efendisi olmadığınıve zihninde bilinçdışı denilen, kendine ait olmayan bir başkasının bulunduğunu’’ keşfetmek.
Anlayacağınız ‘‘iki yabancı’’ şarkısının, aslında aynı gövde üzerinde yaşayan iki ayrı kişi için yazıldığının ortaya çıkması.
Her insanın içinde bir ‘‘ötekinin’’ bulunduğunun keşfedilmesi neden bu kadar acıtıcı olabilir?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit.
Herkes kendine imajlardan bir imaj beğenip o olduğunu zannediyor.
Ama aslında o değil.
İçinde yaşayan öteki, bazen müstebit bir diktatör gibi bütün ipleri ele alıyor ve ortaya bambaşka biri çıkıyor.
Mesela, Freud gibi bir dehanın içinde küçücük bir kıskanç insanın yaşadığını tahmin edebilir misiniz?
Hem de nasıl bir kıskançlık.
Mesela, nişanlısını akrabalarından bile kıskanacak kadar küçük bir insan.
Nişanlısından, teyzesinin oğluna birinci ismiyle değil, soyadıyla hitap etmesini isteyecek kadar kıskançlık içinde boğulmuş bir karakter.
Neden?
Çünkü birinci isimle hitap etmek, bir yakınlık ifadesidir.
Freud, nişanlısının kendi teyzesinin oğluna bile bu kadar yakın olmasına tahammül edememektedir.
Freud'un kıskançlığı paranoyak boyutlara bile ulaşır.
Nişanlısından buz patenini bile bırakmasını ister.
Çünkü olur da dengesini kaybeder, başka bir erkeğin koluna yaslanmak zorunda kalabilirdi.
* * *
Şaşırdınız değil mi?
Bütün hayatını insanın içindeki, şuurunun altındaki o kötü ötekini bulup çıkarmaya adamış olan Freud, kendi içindeki o küçücük kişiliği bulup çıkarmaktan aciz.
Dehasıyla taban tabana zıt bu ikiz kardeşiyle birlikte yaşamayı kabullenmiş.
Aslında hepimiz böyle değil miyiz?
İyi veya kötü, içimizdeki ötekiyle yaşayıp gidiyoruz.
Sonunda kontağı çevirip bize hayat veren o gen, ikimizin de içindeki ‘‘ben’’i ateşlemiş bile.
Yaşayıp gidiyoruz işte...
* * *
Freud 1939 yılında öldü.
Kanserdi ve 21 Eylül 1939'da, ‘‘Artık bu işkenceden başka bir şey değil ve hiçbir anlamı yok’’ diyerek, özel doktorundan kendisine yardım etmesini istedi.
Doktoru, eşinin onayını alarak, Freud'a aşırı dozda morfin verdi.
Psikanalizin kurucusu büyük deha Dr. Sigmund Freud, 23 Eylül'de öldü.
Yahudi olmasına rağmen, naaşı yakıldı ve bir vazoya kondu.
Eşi Martha Bernays Freud, inançlı bir Yahudi değildi.
Ama evliliklerinin başından bu yana ilk kez o cuma gecesi Şabat mumlarını yaktı.
* * *
Benim kafamda cevabı verilmemiş bir soru daha var.
Artık insanın kontağını açan geni biliyoruz.
Peki ya kapatan güç?
Bunun cevabını henüz bilmiyoruz ama cevap yerine geçecek bir soru var.