Kazmış kazmış da ne bulmuş

GAZETECİ deyince aklınıza nasıl bir portre gelir?Her şeyi, ama en fazla kendini ciddiye alan, zamanının önemli bölümünü varlığını hedef tahtası haline getirdiği bir kişiye çullanmakla geçiren, yine bir bölümünü, başkalarının sözleri ve düşünceleri üzerinde zavallı ve asalak bir çabasızlıkla dolduran...

Etik davranışı sadece başkalarından bekleyen, standart denilen ve tek olması gereken mesleki ölçüyü çifte terfi ettirmiş, asıl olanını da sadece başkalarının evinde arayan bir portre...

Değil mi?

Bir de, hayatı boyunca yüzüne maske olarak taktığı asık suratla gezen ve bu iğreti maskeyi, herkese "ciddiyet", "ağırbaşlılık" falan diye yutturduğunu zanneden tebdili kıyafet bir kişilik.

Bildiği tek sanat kavga, tek üslup ise hakaret, aşağılama, iftira...

Ruh hali desen, ancak Freud’un çözebileceği marazi bir "takıntı" ile malul.

Oysa dünyanın öteki yerlerinde gazeteciler hep böyle değiller.

Hele hele ülkelerinin boğucu ikliminden uzaklaştıkları, bir araya geldikleri zaman çok hoş iklimler yaratabiliyorlar.

* * *

Önceki akşam, İsveç’in Göteborg şehrinde, modern opera binasındayız.

Dünya Gazete Yayıncıları Birliği üyeleri, 61’inci defa bir araya geliyor.

1800 gazete sahibi ve yayın yönetmeni, editör, mesleğimizin bugününü ve yarınını konuşuyor.

Göteborg Opera Orkestrası çalıyor.

Kapanışı, Puccini’nin çok sevdiğim bir parçasıyla yapıyorlar.

Turandot’dan. Nessun Dorma bölümü, bana bir an her şeyi unutturuyor.

Tenor Tomas Lind, beni alıp bütün hoyratlıklardan uzaklaştırıyor.

Konserden hemen önce Dünya Gazete Yayıncıları Birliği Başkanı Gavin O’Reilly’nin yaptığı konuşmayı düşünüyorum.

Birbirinden farklı iki fıkra ile başlıyor konuşmasına.

Önce telekomünikasyon alanında İsveç, Norveç ve Danimarka arasındaki güzel rekabeti anlatan fıkra.

Norveçli arkeologlar kazı yapıyorlar ve 100 yıl öncesine ait bakır kablolar buluyorlar.

Sonuç: Norveç, daha 100 yıl önce telefon teknolojisine sahipmiş.

Danimarkalılar altında kalır mı?

Onlar da kazıya başlıyor ve 200 yıl öncesine ait bakır kablo buluyorlar.

Sonuç: Danimarka 200 yıl önce telefon teknolojisine sahipmiş.

Sıra İsveçli arkeologlara geliyor.

Kazıyorlar, kazıyorlar, ama hiçbir şey bulamıyorlar.

Sonuç: İsveç 300 yıl önce "Wireless", yani kablosuz telefonu keşfetmiş.

Ev sahibi İsveç’e bu kadar güzel ve zarif bir jest olabilir mi?

Zeká ve zarafet böyle fıkraya dökülünce, hepimize alkışlamak kalıyor.

Onu da cömertçe yapıyoruz.

Yanımdaki Danimarkalı ve Norveçli gazeteciler de bize katılıyor.

* * *

İkinci fıkra ise hafif erotik.

Bir adam yolda Katolik bir rahibe rastlıyor ve hemen açılıyor:

"Peder, son zamanlarda eşimi üç kere aldattım, ne yapmalıyım?"

Rahip: "Demek üç kere günah işlemişsin. Kiliseye gidip günah çıkardın mı?"

Adam rahibe bakıyor ve "Ne günah çıkarması peder, ben Katolik değil, Yahudiyim" diyor.

Bunun üzerine peder, "Öyleyse niye gelip bunu bana söylüyorsun" diye soruyor.

Adam şu cevabı veriyor:

"Peder, ben 90 yaşındayım ve önüme gelen herkese bunu anlatıyorum."

Peki bunun geceyle ne ilgisi var?

Hiç...

Belki de geceyi daha keyifli hale getirmekten başka hiçbir anlamı yok.

Ama yaşadığımız şeylere bakınca, bunu da var gücümüzle alkışlamamız lazım.

Çünkü bütün dünyanın bu küçük gülümsemelere ihtiyacı var.

Onun için de gazetecilik mesleğini, asık surat maskeli beşlerden, onlardan, yüzlerden, binlerden kurtarmamız lazım.

Bu fıkra meselesine önümüzdeki günlerde yeniden döneceğim.

Çünkü İstanbul Havalimanı’nda başıma ilginç bir şey geldi, onu anlatacağım.

* * *

Önceki akşam Göteborg’da çok güzel bir hava vardı.

Opera binasından çıkıp otele yürüyerek döndüm.

Jacques Brel’in "Amsterdam" şarkısında anlattığı türden Kuzey limanları beni hep etkilemiştir.

O limanlardaki gemicilerin ruhlarına bürünüp bu doklar üzerinde çok volta atmışlığım vardır.

Önceki akşam işte yine böyle bir haldeydim.

Kendi kendime hayatla ilgili çok güzel kararlar aldım.

Ciddiye almamanın, tam aksine ti’ye almanın en güçlü mücadele biçimi olduğunu fark ettim.

Zaten hep öyleydim de, bunu hayatıma bir kere daha "Göteborg kriterleri" olarak geçirdim.

Biraz daha hafifledim, biraz daha iman tazeledim.

Dosta düşmana duyururum...
Yazarın Tüm Yazıları