Paylaş
Ülkemde Allah’a şükür ki...
Kan yok, sadece “revan” var.
Yani “yürüyüp giden bir şeyler...”
* * *
-Yine de şükredelim...
Darbe yapacak, yapmaya tevessül edecek ordu yok.
Tevessül etse, kendisine alkış tutacak bir çift el yok...
* * *
-Yine de şükredelim ki...
Üzerimize atılan tek kimyasal silah, biberli gaz...
Onun da kimyasalından değil, parça tesirinden...
Mermisinden değil, mermiyi atanın tekmesinden 5 canımız gitmiş, 2-3 binimiz yaralı bereli kalmış...
* * *
-Yine de şükredelim...
Artık kimse kimseyi sallandırmıyor...
Sadece işinden ediyor, hapse tıkıyor, Twitter’ından, köşesinden, ekranından psikolojik recme tabii tutup, kurtların önüne atıyor...
* * *
-Yine de şükredelim...
Bir parçamız, Taksim’de, ötekimiz Adeviyye’de olsa da...
Birimizin ak dediğine ötekimiz kara, ötekimizin kara dediğine berikimiz ak dese de...
Neticede...
Sesini yükselten sanatçımıza, otelinin kapısını yaralıya açan işadamımıza, “Öyle değil, böyle” deme cüretini gösteren gazetecimize reva görülen şey...
Ne adres soran kör bir kurşun, ne bir şarapnel parçası...
Ne sarin gazı, ne de bir kapkaçtının üzerine monte edilmiş ağır makinelinin tarakası...
* * *
-Yine de şükredelim...
Sabahın 5’inde kapıda duyduğumuz ses, sütçününki olmasa da, hiç olmazsa SS botlarının raprapları, Nusra’nın kör bıçakları da değil...
Ya bir vergi müfettişi, ya devletin polisi, alt tarafı bir iddianame...
Bir de çete suçlaması...
Ve de ağırlaştırılmış müebbet...
Çok ağır hasta değilseniz, böbreğiniz, karaciğeriniz, şuranız buranız sağlamsa...
Hiç olmazsa sonunda ölüm yok, adil bir geleceğin umudu hâlâ var...
* * *
-Yine de şükredelim...
Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu bu Aziz Cumhuriyet’in gölgesinde, iyi kötü, hâlâ sürünüp gidiyoruz işte...
Ne Suriye’yiz, ne Mısır,
Ne İran’ız ne Afganistan...
Müslüman’ız....
Ama seçim sandığı namusumuz ve güvencemiz olarak ortada duruyor...
İyimiz de kötümüz de...
Sandıkla geliyoruz...
Ve artık gideceksek de sandıkla gideceğiz... Kalacaksak da sandıkla kalacağız...
* * *
-Yine de şükredelim...
Arkamızda 90 yıllık bir Cumhuriyet var, 63 yıllık da çok partili bir hayat...
Bize çok şeyi öğretti...
Demokrasinin, çoğunlukçuluk değil, çoğulculuk olduğunu öğretti...
İnşallah, bir gün sandığın, kibrin ve adaletsizliğin, vicdansızlık ve keyfi davranmanın kılıfı olamayacağını da öğretecek...
* * *
-Yatıp kalkıp dua edelim... Şükredelim...
Ve iyi Müslümanlar olarak, bu ülkenin Osmanlı’dan beri yüzünü hep Batı’ya çevirip yaşamasının, laikliğin, demokrasinin, sandığın ve sandığın gerçek manasının kıymetini bilelim...
Sandık, iyi yönetimler de çıkarabilir, kötü yönetimler de...
Sandık baştan da çıkarabilir, yoldan da...
Ama baştan çıkanlar, kötü yola düşenler sandığı hiçbirimizin gözünden düşürmemeli, gözünden çıkarmamalıdır...
Sorun oradan çıktıysa...
Bilelim ki...
Tek çare de oradadır...
Acaba Türkiye halkı da onun kadar gönüllü mü
SAYIN Dışişleri Bakanımız hemen görüşünü açıkladı:
“Suriye’yi vuracak ‘gönüllüler koalisyonu’nda biz de yer alırız...”
Bu tarihi yükümlülük altına girmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tek kelime soru sorma ihtiyacı duymadı.
Bakanlar Kurulu’ndan böyle bir yetki aldı mı, bilmiyorum.
Milli Güvenlik Kurulu böyle bir temennide bulundu mu bilmiyorum.
O yüzden merak ediyorum...
* * *
Mesele 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedildiği gün Başkanlık Kürsüsü’nde oturan ve o gün bu kararı “Milli iradenin zaferi” olarak gören sayın Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri hakkında ne düşünüyor...
Milli İrade’yi temsil eden Meclis’in görüşü acaba nedir?
Onlar da Suriye’ye savaş açacak gönüllüler arasında Türkiye’nin de bulunmasına bu kadar gönüllüler mi?
Acaba seçmenleri bu konuda ne kadar gönüllü...
Yapılan kamuoyu anketleri, halkın yüzde 65’inin Suriye politikasını yanlış bulduğunu gösteriyor.
Yani onlar gönüllü değil...
Peki tek başına bu tarihi yükümlülük altına giren sayın Dışişleri Bakanı şu sorumlulukların altına da giriyor mu?
-Yarın Esad rejimi çöktüğünde Nusra güçlerinin, El Kaide’nin, Müslüman Kardeşler’in girişeceği bir kıyamın sorumluluğunu da yüklenecek mi?
-O terör Türkiye’ye sıçrarsa, sorumluluğu üzerine almak konusunda aynı ölçüde gönüllü olacak mı.
-Suriye’de tek Hıristiyan, tek Alevi bırakmayacak bir süreç başlarsa tutumu ne olacak...
-Öteki gönüllüler vurup kırdıktan sonra çekip gidecek, biz burada kalacağız. Bunun sonuçlarını dikkate alıyor mu.
* * *
Bence Mehmetçik, bu gönüllü ordunun neferi olacaksa...
Bu soruları da Meclis’in önünde açıkça tartışmakta yarar var.
TBMM, 1 Mart tezkeresinde, Türkiye halkının iradesini tecelli ettirmişti...
Bu defa demokratik nezaket için bile olsa sormak iyi olur...
Hiç olmazsa görüntüyü kurtarırız...
Bir insan psikiyatra ancak anadilinde derdini anlatabilir
AYŞE Arman giderek mükemmelleşen, giderek uluslararası seviyeye yükselen olağanüstü bir gazeteci.
Meryem Uzerli ise toplum olarak tanıdıkça gözümüzde büyüyen bir kadın.
Kamuoyunun önüne her çıkışında açık konuşuyor.
Pazar günü söylediklerini, bütün Türkiye gibi ben de merakla, ilgiyle, düşünerek, sonuçlar çıkararak okudum.
Beni çarpan çok yeri var.
Ama söylediği bir söz var ki, çok dikkatimi çekti.
Niye Almanya’ya gittiğini şöyle anlatıyor:
“Evet Türkiye’de çok iyi doktorlar ve hastaneler var. Ama benim anadilim Almanca. Durumum o kadar tehlikeliydi ki, birinin beni anlaması lazımdı.”
Zaman zaman herkesin psikiyatra ihtiyacı olur.
Benim de oldu... Ölünceye kadar da olacak.
Bu sözlere çok katılıyorum.
İnsan ruh dünyasıyla ilgili derdini ancak kendi anadilinde anlatabiliyor..
Hep yazıyorum. İnsan en harika kendi anadilinde sevişebilir.
Derdini de en iyi kendi anadilinde anlatabilir...
Paylaş