Paylaş
“Siberiatimes.com” internet sitesi bu haberi dünyaya duyurduğunda, bir Dan Brown romanı etkisi yarattı.
Rusya’nın Yakutsk şehrinde bulunan Federal Kuzeydoğu Üniversitesi öğretim üyesi Semyon Grigoriev isimli öğretim üyesinin başkanlığındaki bir bilim insanları grubu, bölgede bulunan bir mamut fosili üzerinde çalışırken, kendilerini hayretler içinde bırakan bir şeyi keşfetmişlerdi.
Fosil kanıyordu...
* * *
Olayın aslı şuydu. Fosilin içinde hâlâ kan ve kas dokuları vardı.
Önce buldukları şeye inanmadılar.
Fosil, eksi 17 derece soğukta bir bölgede bulunmuştu.
Bu ısı derecesinde, memeli bir canlı türünün kan örneğinin kalması mümkün değildi.
Profesör Grigoriev, ancak bir Dan Brown romanında rastlanabilecek olan bu bulguya önce şüpheyle baktı.
Acaba 1950’li yıllarda keşfedilen buz balıkları gibi, mamutlar da bir tür tabii “Antifriz proteini” geliştirmiş olabilirler miydi?
Büyük tartışmalardan sonra bu bulguları bilimsel bir makalede yayınlamaya karar verdiler.
Tabii ertesi gün bütün dünyada kıyamet koptu.
* * *
Özellikle Anglosakson araştırmacılar bu bulgulara derin bir şüpheyle baktılar.
Bulgu doğruysa, mamut kalıntılarında canlı hücrelere rastlamak imkânı da var demekti.
Bunun anlamı ise şuydu:
“Mamutları klonlamak mümkün olabilirdi...”
Bu da Spielberg’ün harika “Jurrasic Park”ının gerçekleşmesi ihtimali demekti.
Dünya Rusların buluşuna karşı şüpheci olmaya devam ediyordu.
“Kanayan mamut” esrarengiz bir buluş olarak orada duruyor.
* * *
Bu bilgilerin açıklanmasından 24 saat sonra İstanbul’da, Türkiye tarihinin en ilginç eylemlerinden biri başlıyordu.
Bunların ikisi arasında bir ilişki arayacak kadar komplo teorisi manyağı değilim Allah’a şükür.
Ama “kanayan fosil” bize, bilim tarihinin henüz sonunun gelmediğini gösteriyor.
Gezi olayları da bize, “tarihin sonu” tezinin, hiç olmazsa bu bölgede “tarihin başlangıcına” dönüşebileceğini göstermedi mi..
Orada kanayan bir fosil, paradigmaları paramparça ediyor.
Burada da, genç bedenler önünde kanayan duygular, 10 yılda eskimiş bir paradigmayı fena halde sarsıyor.
Çocuğunuzu komaya sokacağım, razı mısınız
AMERİKA’nın Wisconsin
eyaletinin Fond Du Lac adlı kasabasında 12 Eylül 2004’te çok ilginç bir olay yaşandı.
O gün, Jeanna Giese adında bir kız çocuğu St. Agnes hastanesine getirildi.
Hastalık belirtileri şöyleydi:
39 derece ateş, görme ve konuşma zorluğu; sol kolda kısmi felç...
* * *
Dahiliyeci uzman, bu belirtilere göre bütün tahlilleri yaptı. Ancak hastalık teşhis edilemiyordu.
İşte o an çocuğun işaretparmağındaki küçük yarayı fark etti.
Ne olduğunu sorunca annesi anlattı.
* * *
Evlerinin civarındaki kilisenin bahçesinde gezerken bir yarasa elini ısırmıştı. Ancak aile bu ısırığı ciddiye almamıştı.
Olayın üzerinden 37 gün geçmişti...
Doktor o an bir kuduz vakasıyla karşı karşıya bulunduğunu fark etti.
O güne kadar önüne hiçbir kuduz vakası gelmemişti.
Artık çok geçti ve çocuğun yaşaması ihtimali sıfırdı...
Yapabileceği tek şey vardı. Geçmişte kuduz üzerine okuduğu bazı makaleleri düşündü ve kadına dönüp onu şoke edecek bir teklifte bulundu:
“Çocuğunuzu geçici olarak öldüreceğim...”
* * *
Tamamen teorik bilgilerine dayanarak aileye deneysel bir tedaviye başlamayı önerdi.
Çocuk suni ve kontrollü komaya sokulacaktı.
Kalbi, açık kalp ameliyatlarındaki gibi, makineye bağlanacaktı.
Böylece, beyinle beden arasındaki iletişim kesilecekti.
Bu işlem doktora göre, virüsün nörondan nörona atlayarak beyni tamamen etkisi altına almasını durduracaktı.
Bu da çocuğun bedenine, kuduz virüsüne karşı antikor üretme imkânı sağlayacaktı.
Aile kabul etti.
31 gün sonra çocuğun bedeni virüsten tamamen kurtulmuştu..
* * *
Jeanna Giese 2005 yılı başında okuluna döndü.
2011 yılında Lakeland Koleji’nin biyoloji bölümünden mezun oldu.
Mezuniyet tezinin konusu, “yarasa ısırıkları”ydı.
Olaydan önce iyi bir atletti. Onu ölümün kenarına götüren olaydan geriye kalan tek acı hatıra, eskisi kadar rahat koşamamasıydı.
Bu olay tıp tarihine “Milwaukee protokolü” olarak geçti.
Daha sonra 39 ayrı vakada daha uygulandı.
Ama sadece 5’i kurtuldu...
* * *
Bu olayı niye anlatıyorum...
Hayatımız tabular, korkular, paranoyalar ve inançlarla geçiyor.
Sadece kendi dünyamızda değil, yaşadığımız toplumda da bazen her şeyin bittiğine, artık hiçbir şeyin geri gelmeyeceğine inanıyoruz.
Umudunuzu kaybetmeyin...
Sadece hastalıklar değil, en ağır sosyal ve siyasi olaylar bile, bazen bir fiskelik paradigmalardır...
Yeter ki, teorik de olsa, onlara karşı cesaretle durabilmeyi, tabuları, paradigmaları kurcalamayı bilelim.
Paylaş