Paylaş
Geçen akşam Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin ödül törenini seyrederken bir şey dikkatimi çekti.
Ödül alan erkek ve kadın sanatçıların davranışları, kılık kıyafetlerine gösterdikleri özen arasında büyük bir fark vardı.
Festival eskiden böyle değildi.
Antalya Altın Portakal Festivali ile ilgili görüntüler, yıllardan beri hafızamıza yerleşmiş klişelerdendir.
Konvertıbl bir Amerikan arabasının üzerinde şehri dolaşan Tarık Akan'lar, Cüneyt Arkın'lar, Türkan Şoray'lar, onları hayranlıkla izleyen kalabalık, Türkiye'nin fotoğraf arşivinde önemli bir yere sahiptir.
Magazin sayfalarında onunla ilgili kim bilir kaç yazı okuduk, kaç fotoğrafa bakıp kendi kendimize yorumlar yaptık.
Kadir İnanır'la Tarık Akan'ın, Türkan Şoray'la Fatma Girik'in belden aşağı düşmeyen rekabetini bir polisiye tefrika gibi izledik.
Altın Portakal, hepimizin şahsi tarihine mutlaka bir yerinden girmiştir.
O nedenle geçen akşam televizyonda ödül törenini izlerken çok üzüldüm.
* * *
Nedenini kendi üslubumla tarif etmeye çalışayım.
Her şeyden önce o sahnede muazzam bir ikiyüzlülük gördüm.
‘‘Sanatçı’’ beyefendi ödül kazanmış, sahneye davet ediliyor.
Sanki büyük bir favör yaparmış havada sahneye geliyor,.
Verilen ödül sanki bir angarya.
Yüzünde ilgisiz bir ifade, lütfen iki kelime ediyor.
Ağzında yapış yapış bir çiklet.
Suratından ‘‘Bu ödülün benim için beş paralık değeri yok’’ dermiş gibi bir riya akıyor.
Oysa ona vermeseler kahrolacak, hasetinden çatlayacak, ifrit olacak.
Ödülü veren jüri üyesi Prof. Ünsal Oskay.
Türkiye'de, belki Avrupa'da da popüler kültür teorisini en iyi bilen bilim adamlarından biri.
Sanatçı beyefendi o sahnede bir dakika durmadan kaçarcasına gidiyor.
Hocam Prof. Oskay çiçeği vermek için arkasından koşuyor.
Belki de hayatı boyunca görüp göreceği ödül o.
Ama arkadaş tavır koyacak, o sahneyi küçümseyecek ya...
Arkasına bakmadan yürüyor.
İnsanın içinden bağırası geliyor:
‘‘Kardeşim bu kadar küçümsüyorsan niye gelip alıyorsun o ödülü?’’
Yok, onun şovu çok önceden senaryolaştırılmış.
Ödülü hem alacak, hem küçümseyecek, hem arkasına bakmadan yürüyecek.
* * *
Tabii bu ödülü küçümsediğini, onu iğrenerek ucundan tuttuğunu salondaki binlerce insana, televizyon ekranının karşısındaki milyonlarca insana da gösterecek.
Sadece elinin ucuyla alıp gitmek de yetmiyor.
Kılık kıyafet de buna uygun olacak.
Rengi kaçmış bir tişört, haftalardır yıkanmamış bir blucin, biraz daha insaflısı, ütüsüz bir gömlek ve ondan ütüsüz bir pantolon.
Kimi sakal bırakmış.
Hadi ona sözüm yok.
Ama kimisi de sırf bunun için, bize inat üç günden beri tıraş olmamış.
Müstehzi bir ifade ile Altın Portakal Ödülü'nü ‘‘yan cebine’’ koyan sanatçı arkadaş, pejmürdeliğin sınırında volta atıyor.
Ödüle saygısı yok, jüriye saygısı yok, salondaki insanlara saygısı yok, televizyon ekranının karşısındaki insanlara saygısı yok.
Peki kendine saygısı var mı?
Sanata saygısı var mı?
Pek muhtemelen ona da yok.
* * *
Tabii hepsi böyle değil.
Özellikle ödül alan kadın sanatçıları bundan tenzih ederim.
Her zamanki ağır başlılığı ile Serra Yılmaz'ı, babası rahmetli Semih Tuğrul'un kızı olduğunu her hareketi, sanatçı kimliği, çalışma disiplini ile gösteren, benim gönlümdeki bütün ödüllere layık Serra'yı...
Koltuk değnekleriyle geldiği sahnede, aldığı ödülün heyecanını hepimize ileten, bizimle paylaşan, o ödülden gurur duyduğunu bir saniye bile saklamayan Başak Köklükaya'yı elbette o tarif ettiğim riya kalabalığının içine sokmam.
Festivalin kapanışında ödül alan kadın sanatçılar her halleriyle erkeklerden daha samimi ve içtendi.
Ayrıca festivalin kokteyline katılan Cüneyt Arkın, Ekrem Bora, Hülya Koçyiğit gibi sanatçılar her zamanki gibi düzgün kıyafetli ve saygılı davranış içindeydiler.
* * *
Bütün bunlardan sonra şu sorunun cevabını aradım:
Dünyanın en rahat giyim anlayışına sahip olan Amerikalı sanatçılar ödül törenlerine neden tişörtle gitmez de bizimkiler gider?
Acaba sadece Altın Portakal bir Oscar olmadığı için mi?
Yoksa Türk sanatçıları Amerikalı olmadıkları için mi?
Paylaş