Kadehimi dolunaya ve ona kaldırıyorum

AY dolunaya iki gün vardı.

Gövdeme sarılmış o tuhaf hayvan, Wolverine, yarın tekrar, bir kere daha içimden fırlayacak.

Bir kere daha “Mal di luna”yı, ay çarpmasını, dolunay sıkıntısı yaşayacağım.
Bir kere daha o dolunaya bakarak, bana verdiği bütün güzellikler için Yaradan’a şükredeceğim.
Bir kere daha yaşamak isteyip de yaşayamadıklarım için kahrolacağım.
Yaşatmayanlara, hasetlere lanet okumak isteyip yine de okuyamayacağım.
“Çaresizlik” deyip geçeceğim.
* * *
İşte böyle bir geceydi.
Köyümde, yıkılmış iskele mabedimin hayaleti önünde, Ege’nin gökyüzündeki yıldızlara bakıyordum.
Mustafa Ceceli’nin o şahane şarkısını dinliyordum.
“Günahını boynuma,
Seni koynuma alsam...”
Bu dünyada yaşamak isteyip de bir türlü cesaret edemeyenlerin hepsinin günahını boynuma alsam. /images/100/0x0/55ea4e02f018fbb8f8772703
Sonra da Ege’nin bütün yıldızlarının hepsini, hepsini koynuma alsam.
Böyle şeyler düşünüyordum.
Bir de o sabah Hürriyet’te gördüğüm bir ölüm ilanını.
* * *
Belki çoğunuz o ilanı fark etmediniz bile.
Belki görüp küçük bir “Allah rahmet eylesin” deyip geçtiniz.
Adı “Şükrü Baran”dı.
Türkiye’de şarapçılığın “son gizli kahramanıydı”.
Üzüm bağlarının son aziziydi.
Ve ben kendisini hiç tanımıyordum.
Hiç karşılaşmamıştık.
* * *
Şükrü Baran’ın adını ilk defa üç-dört ay önce Amerikalı bir adamdan işittim.
Panait İstrati’nin romanlarından fırlamış bir insan gibiydi.
Amerikalı bir “Önolog”du, yani şarap uzmanı.
Napa Vadisi’nden gelmiş ve Türkiye’de şarap üretiminde uzmanlık yapıyordu.
Türkiye’yi sevmiş bir insandı.
Adı Daniel O’Donnel’dı.
Türkiye’nin son iki yıldaki mucize şaraplarından biri olan Kayra Shiraz’larını üreten şarap uzmanıydı.
Ama onun asıl tutkusu, “Türk Öküzgözü” üzümünden bir dünya şarabı üretmekti.
Üretti de...
* * *
Daniel O’Donnel, Elazığ’da bir bağ sahibi ile tanıştı.
Bu insan Şükrü Baran’dı.
1942 yılında Elazığ’ın Çatalharman Köyü’nde doğmuştu.
1980 yılında bir aile şirketi kurmuş ve sağlık sektöründe başarılı işler yapmıştı.
2001 yılında bütün işi çocuklarına bırakarak doğduğu topraklara dönmüş, organik tarıma başlamıştı.
Bir tutkusu da bağcılıktı. Elazığ’ın “Öküzgözü” üzümüydü.
Onun için “Üzümleriyle konuşan adam” deniyordu.
Daniel O’Donnel’la tanıştı.
Kafa yapıları uyuştu. Birlikte Öküzgözü’nden gerçek anlamda bir dünya şarabı ürettiler.
O şarap şimdi, Paris’in iki Michelin yıldızlı iki ayrı restoranın mönüsüne girdi.
Yakında New York’un “Per Se” restoranına girerse kimse şaşırmayacak.
Ve Elazığ’ın “Öküzgözü” üzümü İtalya’nın “Sangiovese”si kadar ünlü bir üzüm olacak.
Bu harika yolculuk, Elazığ’da 450 dönüm üzüm bağında başladı.
* * *
Daniel, derdini Şükrü Baran’a anlattı.
Üzümün dolgunlaşması için, ürünün en az yüzde 30’unu keserek atmak gerekiyordu.
İyi şarap, azalarak büyüyen üzümden elde edilebilirdi.
Şükrü Baran bunu anladı. Bağını geliştirdi.
Daniel O’Donnel, Mey firmasına şart koştu.
“Şükrü Baran adı, ürettiğimiz şarabın etiketinde yer alacak” dedi.
Çünkü her önolog gibi çok iyi biliyordu ki, “İyi şarap bağda başlar”.
Böylece ilk defa bir bağ sahibinin ismi, şarap etiketinin üzerine kondu.
Bu iki ismi unutmayın.
Onlar Türk şarapçılığının yeni neslinin efsane isimleri olarak tarihe geçecekler.
Tıpkı Reşit Soley, Sibel Kutman, Ali Başman, Enis Güner gibi... Tıpkı hâlâ genç Orhan Diren gibi.
İnanıyorum ki, en geç 10 yıl içinde bütün dünya Türk şarabının adını çok iyi öğrenecek.
Güle güle Şükrü Baran.
Daniel ve ben seni hiç unutmayacağız.
Ve bu Ege dolunayının altında bu gece de senin için bir kadeh öküzgözünü kaldırıyorum.
Yaşadıklarım ve henüz yaşayamadıklarım için...
Yazarın Tüm Yazıları