BUNDAN iki yıl kadar önce Ankara’da Bilkent Oteli’nde bir sünnet düğününe katıldım.
Masada, AKP’nin en ağır toplarından ve önde gelen bakanlarından biri vardı.
Ünlü modacı Atıl Kutoğlu da davetliler arasındaydı.
Bakanın türbanlı eşi bir ara masada Atıl Kutoğlu ile sohbete daldı.
Ben de kulak misafiri oldum.
Bakanın eşi, "Şu türbanı biraz stilize edemez miyiz" diye soruyordu.
Türbanı, siyasi bir simge görünümünden çıkarıp kabul edilebilir bir biçime sokmak istediği belliydi.
Atıl Kutoğlu bunu yapabileceğini söyledi.
Ancak sonradan ne oldu takip edemedim.
O bakanın eşi de, aradan geçen iki yıl içinde türbanında öyle çok anlamlı bir değişiklik yapmadı.
Düşünüyorum, acaba bu sürede o türbanı siyasal simge olmaktan çıkaracak kozmetik bir rötuş yapılabilseydi, Çankaya krizi daha kolay aşılabilir miydi?
* * *
Dün Radikal Gazetesi’nde Nuray Mert’in yazısını okurken Bilkent Oteli’nde tanık olduğum o sohbet aklıma geldi.
Nuray Mert birçok konuda AKP tezlerini savunan bir yazar.
Ama Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkıyor.
AKP’nin son yıllarda yaptığı en büyük yanlışın "fetihçi bir zihniyetle" hareket etmesi olduğunu söylüyor.
Daha önce ben de birkaç yazımda "fetih" kavramına değindim.
Özellikle de Merkez Bankası Başkanı’nın atandığı günlerde.
AKP başından itibaren yaptığı tayinlerde, bu sembolik dayanışma duygusu yerine liyakatı esas alsaydı, atamalarda hep eşi türbanlıları kayırdığı izlenimi yaratmasaydı, bugün cumhurbaşkanlığı seçiminde de böyle büyük sorunlarla karşılaşmazdı.
Maalesef, AKP içinde etkili birkaç kişi, Çankaya’yı "fethedilecek" bir kale olarak gördüler.
* * *
Önümde dinci kesimin çıkardığı bir dergi duruyor.
Adı "Renkli".
Altında şöyle bir ifade var:
"Kábe de halkın, Çankaya da..."
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sinirleri iyice gerdiği ortamda bundan büyük provokasyon olabilir mi?
Çankaya ile Kábe’nin aynı cümlede telaffuz edilmesi ne demektir?
Anlamı açık:
"Ben Çankaya’yı da Kábe gibi dini bir mekán olarak görüyorum."
Yani orasının da "dinselleştirilmesi" gerekir.
TBMM Başkanı "dindar cumhurbaşkanından" söz ederse, ona yakın kafaların çıkardığı derginin kapağı da bu olur.
Biliyorum diyecekler ki, "Biz bu cümleyi CHP milletvekili Kemalettin Kamu’dan aldık"
Zaten cinlik orada. O cümleyi al bugün kullan, işte böyle bir provokasyon.
* * *
Çağlayan mitinginden aklımda kalan en çarpıcı sahne, katılanların AKP il binası önünden geçerken sergiledikleri tavırdı.
Binaya dönük aleyhte sloganlar atıldı.
Ama binanın önünden geçenlerin hiçbiri, ne bir taş attı, ne kapılarına saldırdı.
Üniversite yıllarımdaki mitingleri hatırladım.
Her defasında Adalet Partisi ve Amerikan Kültür Merkezi binalarına taşlar atılır, camı penceresi indirilirdi.
Bence Tandoğan ve Çağlayan mitinglerinin en çarpıcı sosyolojik özelliği buydu.
Çünkü, her ikisine de, "profesyonel mitingciler" değil, belki de hayatlarında ilk defa sokağa dökülen insanlar katılmıştı.
Bu insanlar, Türkiye’nin modern yüzünü temsil ediyorlar.
AKP’nin bazı kafaları Çankaya’yı "fethedilecek" bir kale gibi simgeleştiriyorsa, bu insanlar da orayı kanları pahasına savunulacak bir laiklik siperi olarak görmeye başlar.
Çankaya hepimizin devletinin en üst makamıdır.
Hiçbirimizin orayı sadece kendimize ait görme hakkımızın olmaması gerekir.
Çankaya bizi bölen değil, birleştiren simge olmalıdır.
Orada oturacak insanın da bu kafada olması gerekir.
* * *
Şurasını çoğumuz iyi biliyoruz değil mi?
Meclis’in toplanması için 367 şartı bir zorlamadır.
Ülkenin ekonomisi iyi yoldadır.
Türkiye son yıllarda çok büyük reformları gerçekleştirmiştir.
Ama bakın tarihimizde ilk defa böyle bir konjonktürde siyasi krize giriyoruz.
Bunu önlemenin en etkili yolu, artık cumhuriyet ilkelerinin tartışılmadığı, laik ve demokratik sistemin sorgulanmadığı, Çankaya ve başka makamların fethedilecek, dinselleştirilecek yerler olarak görülmediği sağlam bir siyasi mutabakata ulaşmak.