Paylaş
YouTube’a bir video yükleyip intihar etmiş.
İzledim.
*
Umudunu kesmiş, mutsuz bir 21’inci yüzyıl Marksistinin şahsi manifestosu gibi...
En çok da adaletsizlikten yakınıyor.
Eğitim sistemini yeriyor.
İşi “Çocuklarınızı okula göndermeyin” demeye kadar getirmiş.
Ve sonra intihar etmiş.
Eşim Tansu bu haberi Instagram hesabından paylaşırken altına şunu yazmış:
“Keşke kalsaydınız... Keşke yapmasaydınız... Bu çocuklara vicdanı, adaleti, insan haklarını öğretme çabanıza devam etseydiniz...”
Ne kadar doğru bir şey...
*
Dün Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi” kitabını yeniden düşündüm.
12 Mart askeri döneminde bir düğünü anlatıyordu.
Ve roman bizim kuşaklarımızı çok derinden etkileyen şu cümleyle başlıyordu:
“İntihar etmeyeceksek içelim bari...”
*
Evet içelim...
İçelim ama...
Gerçek adalete, gerçek hukuka, gerçek vicdana...
Demokrasiye, insan haklarına inanmaya devam edelim...
*
Yani hocam keşke diyorum...
Sen de şunu deyip yaşamaya devam etseydin:
“İntihar etmeyeceksem, adaleti anlatmaya, matematiği öğretmeye devam edeyim bari...”
BU SEMİNERE KATILSAYDIM AFFETMEK İSTEDİĞİM 3 KİŞİ
SONRADAN hatırladım.
Mine Kalpakçıoğlu’nun iletişimini yaptığı “Affetme semineri”ne ben de davet edilmiştim.
Ne yazık ki katılamadım.
Ama hazır fırsat gelmişken “affetmek” fiili ile ilgili görüşümü dile getireyim.
Ben birini affetmek duygusunda hep biraz “kibir” görmüşümdür.
O nedenle barışmak kelimesini daha çok severim.
Gelelim hepimizin bildiği klasik manadaki affetmeye...
O seminere katılsaydım, benim de affetmeyi öğrenmeye çalışacağım iki-üç kişi vardı elbette...
Ama bu listenin başına mutlaka kendimi koyardım.
Yani önce bazı yaptıklarımdan dolayı kendimi affetmeyi.
Eminim onu da başaramazdım.
Aklıma Papa’nın o sözü gelirdi:
“Ben kim oluyorum da onu affediyorum...”
Eğer kendimi affedebilseydim, sıra iki ve üç numaraya gelirdi...
Ama hiç gerek yok. Artık onlarla da bir meselem kalmadı.
BİR RESTORANDA İLK BAKIŞTA KAÇ ŞEY DİKKATİNİZİ ÇEKER
FATİH Tutak adını ilk defa Bangkok’taki “House on Sathorn” restoranının şefliğini yaptığında duymuştum.
Asya’nın en iyi 50 restoranından biri olarak kabul ediliyordu.
Fatih Tutak işte öyle bir kariyeri bırakıp İstanbul’a geldi ve Bomonti’de kendi restoranını açtı.
Adı “Turk”...
Geçen gün oraya yemeğe gittim.
İlk dikkatimi çeken şey, restoranın çok zarif dekorasyonu ve ışığı oldu.
İkinci dikkatimi çeken şey, masa sayısının insanı ürkütmeyecek bir sayıda olmasıydı.
Üçüncü dikkatimi çeken ise masaların tamamına yakını dolu olduğu halde içerideki sesin kimseyi rahatsız etmeyecek düzeyde kalmasıydı.
Dördüncü dikkatimi çeken şey, açık mutfağın güzelliği ve çalışan personelin genç oluşuydu.
Beşinci dikkatimi çeken şey, şarap mönüsünün tamamen yerli şaraplardan oluşmasıydı.
Altıncı dikkatimi çeken şey bu şarap mönüsünde bugüne kadar bilmediğim bazı çok güzel Türk şaraplarının bulunmasıydı.
Yedinci olay ise bize masaya servis yapan kadın görevlinin aynı zamanda harika bir somelyelik yapmasıydı.
BİLDİĞİMİZ TARHANA VE YANIK PİLAVDAN MİCHELİN YILDIZI
FATİH Tutak uluslararası bir şef...
Tipik bir Anadolu çocuğu havası veriyor.
Bizim için özel bir tadım mönüsü hazırlamıştı.
Gelin şimdi bu tadım mönüsüne birlikte göz atalım ve kararımızı verelim.
*
Orkinos, alabaş tarama.
Midye, soğan, pirinç, bira...
Yumurta, pastırma, ıspanak, yoğurt.
Kereviz, ceviz, kefir kreması.
Mantar, tarhana, istiridye mantarı, laya yağı.
Kırmızı karides, karalahana, sarmısak.
Annemin mantısı.
Kalkan, yanık pilav, beyaz şalgam.
Trakya kıvırcık kuzu, biber, yeşil fıstık.
Künefe peynir, antepfıstığı, yanık süt.
*
Baştaki soruya dönersek...
Bildiğimiz tarhana, yanık pilav, pastırma, ıspanak ve annemin mantısından Michelin yıldızlı bir restoran çıkar mı?
*
Kesinlikle çıkar...
BEKLEDİĞİM KARE HEM DE ÜMİT BOYNER’DEN GELDİ
Cem Boyner’in Bilgün Sazak’tan olan kızı Elif’in düğününde göremediğim kare diye bir yazı yazmıştım.
Hürriyet’te yayınlanan fotoğraflarda gelinin annesinin fotoğrafı vardı ama babası Cem Boyner ve ikinci eşi Ümit Boyner’in fotoğrafı yoktu. Beklediğim kare yazımın çıktığı gün geldi. Hem de Ümit Boyner’den... Instagram hesabına Cem Boyner’le kızının düğün günü çekilen bu harika fotoğrafını paylaştı.
BENİ YERİN DİBİNE SOKAN BİR WHATSAPP MESAJI
BUNDAN bir süre önce yayıncı bir arkadaşım WhatsApp’la bir görüntü gönderdi.
Bir kitabın üçüncü sayfasıydı. Üst tarafında elyazısıyla yazılmış bir ithaf ve imza vardı.
Enis Batur’un Ankara yıllarında yayınlanan “Kandil” adlı şiir kitabının Tansu ve bana imzaladığı çok özel bir kopyasıydı.
“Bak bunu sahaflarda bulup aldım” dedi...
O an yerin dibine girdim.
En özel dostumun bana imzaladığı en özel kitabı sahaflarda satılıyordu.
Hem de biz hayattayken... Bu olayın aslını size de anlatayım.
ARTIK BEN DE KİTAPLARIMI NEDEN İMZALAMIYORUM
AHMET Ümit’in başlattığı kitapları imzalamama tartışması, bana yine o tatsız olayı hatırlattı. Daha önce de yazdım... Bir kere daha anlatayım.
Genel yayın yönetmeni olup Ankara’dan İstanbul’a taşınırken, kitaplarımızı kutulara koyup Hürriyet’in deposuna bıraktık.
Bunu orada çok güvendiğimiz bir Hürriyet görevlisine emanet ettik. Ancak bir süre sonra öğrendik ki o görevli bütün kitaplarımızı satıp o parayla Almanya’ya gitmiş.
Anlayacağınız bana imzalanmış birçok kitap bugün sahaflarda dolaşıyor. Bu da bende öyle bir utanç yarattı ki anlatamam.
Arkadaşlarımı da aynı duyguyla karşı karşıya bırakmamak için artık kitaplarımı imzalamıyorum.
BAŞKAN KARDEŞ, ANTEP BİBERİ DİYE BİR ŞEY YOK
Olayı hatırlatayım...
Antarktika’ya giden Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin şunu demişti:
“Eksi 32 derece soğuğa Antep biberi yiyerek dayandım...”
Dün CHP Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç’un basın müşaviri aradı ve vekilin şu mesajını iletti:
“Antep biberi diye bir şey yoktur. Maraş biberi vardır ve bu şekilde bölge işaretlemesi yapılmıştır”.
Ben, “Ama Belediye Başkanı ‘Antep biberi’ dedi” deyince şu cevabı iletti:
“Sayın Başkan geçmişte de birkaç kez böyle dedi ama sonra geri adım atıp özür diledi...”
Şimdi Antep’in cevabını bekliyorum.
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Foto Editörü: Umut Veis
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama:
Selma Songül Zengin
Paylaş