Paylaş
Hemen hepsinde “Fırat’ın doğusuna harekât hazırlığı”...
Birinde ise buna ek olarak “Çavuşoğlu’nun yeniden Asya projesine Japonya ve Çin’den tam destek” haberi manşette...
*
Oysa aynı gün ülkemizin Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkmış ve uzun zamandan beri ilk defa çok net bir dille şunu söylemiş:
“Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizi koruyoruz. Üyeliğimiz birkaç ülkenin ihtirasına kurban edilmemelidir...”
Dün burada yazdıklarımın aşağı yukarı aynısı...
Hürriyet gazete baskısına alttan küçük bir haberle girmiş, ama internet sitesinde hiç yok...
Kısaca medyamızın verdiği imaj şu:
Biz Suriye’ye yapılacak ve sonu savaşla bitebilecek askeri harekâtı daha önemsiyoruz.
Ondan da öte arzuluyoruz...
*
Keşke diyorum...
Keşke dün bütün manşetler Cumhurbaşkanı’nın AB konusundaki sözlerini ön plana çıkarsaydı...
Ve gazetelerimiz, 2004 yılındaki bu manşetler gibi çıksaydı...
*
Koyun aklınızın bir kenarına bu şu sözümü... Milletçe bir numaralı hedefimizi “Yeniden Asya” değil, Atatürk gibi, Abdülhamid gibi “Yeniden Avrupa” yapalım.
*
Çünkü bugün dünyanın en huzur içinde ve insanca yaşanacak coğrafyası hâlâ orası...
AHMET’İ DÖVEN ACUN DEĞİL MUZAFFER’MİŞ
Önceki akşam Acun Ilıcalı aradı.
“Yarına senin yazını yalanladım, herhalde alınmazsın” dedi...
“Ne demek Acun, hiç alınır mıyım” dedim.
*
Acun, Kelebek’te Cengiz Semercioğlu’na Ahmet Hakan’la Alaçatı’da geçirdiği hafta sonunu anlatmış.
Çok güzel ve doğru bir Ahmet Hakan portresi çizmiş.
*
Orada diyor ki “O kadar ağırbaşlı duruyordu ki, tavlada dövmeye kıyamadım”...
Yani Alaçatı’da tavlada Ahmet’i döven o değilmiş...
*
Peki benim istihbaratım yanlış mıydı...
Yarısı doğruymuş...
Ahmet o hafta sonu Alaçatı’da iyi bir tavla dayağı yemiş.
Kimin dövdüğünü de Acun söyledi... Muzaffer Yıldırım’mış...
Yani Alaçatı’daki ve öteki The Stay otellerinin sahibi, Mars sinemalarının kurucusu, Cem Yılmaz’ın filmlerinin yapımcısı...
*
Bu arada Acun’un Semercioğlu’na söylediği bir şey var.
Ahmet tavla dayağı yerken, o da oradaymış ve seyretmiş.
Herhalde Ahmet’e bu konuda da kıyamadı...
ÇOK GÜZEL BİR DİZİ AMA AKİF’İ UYARIYORUM - GÜNÜN DİZİSİ
Dün sabaha karşı saat 03.00’te uyandım ve 1990’larda atladığım bir diziyi sonuna kadar seyrettim.
Adı “Tales of the City” (Şehir Hikâyeleri).
*
1970’li yılların ortasındaki San Francisco’yu anlatıyor.
Bir tür “Friends” tadında...
Hippi akımı iyice yayılmış, ABD’nin öteki bölgelerinden büyük bir göç var.
*
İşte burada apartmana benzeyen ama çok değişik bir yerde “Ayaşlı ile Kiracıları” romanı gibi ilişkileri anlatıyor.
Her birinin kendine ait küçük büyük sırları olan yalnız insanların birbirine sığınması çok güzel hikâye edilmiş.
*
Özellikle Anadolulu bir Rum baba ile Mora Yarımadası’ndan bir annenin kızı olan Olympia Dukakis’in oynadığı “Anna Madrigal” karakteri olağanüstü.
*
Herkese tavsiye ederim diyeceğim ama Akif Beki geldi aklıma...
Hani diyor ya, Netflix filmlerinde gay sahneleri varsa uyarın diye...
Onu uyarıyorum.
DİZİDEN BİR CÜMLE
“Ev bir histir...” “Tales of the City” dizisinin 1993’teki ilk sezonundan.
Dizinin ikinci bölümü 2019 yılında çekildi.
BREAKING NEWS
TAM SEÇİM SIRASINDA CLİNTON’IN SPERMİ
Önceki gece bir haber, Amerika Birleşik Devletleri eğlence dünyasına bomba gibi düştü.
Streaming kanallarda çok tutulan “American Crime Story” (Amerikan Suç Hikâyesi) dizisi, üçüncü bölümde Başkan Clinton’ın “Impeachment” olayını konu etmeye karar vermiş.
*
Bu dizi, O.J. Simpson davası ile başlamış, ünlü İtalyan tasarımcı Versace’nin öldürülmesi olayı ile ikinci sezonunu yapmıştı.
Şimdi üçüncü sezon olarak Clinton’ı görevden alma davası ile devam edecekmiş.
Yani Monica olayını anlatacak.
*
Dizi 2020 yılında, tam seçim sırasında yayına sokulacakmış.
Kısaca o günlerde Monica’nın elbisesine bulaşan spermlerin hikâyesini, bir televizyon dizisi olarak bütün ayrıntıları ile izleyeceğiz.
ŞORTLU BİR PATRON ATKUYRUKLU ÇALIŞAN
Adana İl Sınırı’nın sahibi Adnan Çam’la o gece tanıştım.
Restoranda kısa pantolonla gezen son derece sempatik bir patron.
İstanbul’da tanımadığı yok.
Daha çok Kadıköy’de bir rock barın patronuna benziyor.
Servis elemanlarının bir bölümü atkuyruğu saçı olan gençler.
Üstelik eski Park Şamdan’ın dekoruna, barına, atmosferine hiç dokunulmamış.
Yani Adana İl Sınırı, gayet güzel biçimde Nişantaşı ilçe sınırına dayanmış...
Ben de çok sevdim...
MARİA CALLAS HUZURUNDA LAHMACUN NASIL GİDER
ÇEVREMDE birçok arkadaştan övgüsünü dinliyordum. Hakkında çok güzel şeyler okumuştum. Ama içimde bir his vardı ve Adana İl Sınırı’na gitmemi engelliyordu. İstanbul’daki ilk yıllarımın benim için en çok hatıra ile dolu restoranı Park Şamdan’ın yerine bir kebapçı gelmişti...
*
Sonunda önceki akşam gittim. İşte izlenimlerim.
*
Kapıdan girerken sizi elinde rakı bardağı ile harika bir Atatürk fotoğrafı karşılıyor.
Girişin sol tarafında, Adana’nın efsane isimleri.
Yaşar Kemal, Yılmaz Güney ve Orhan Kemal’in fotoğrafları var.
İçeride ise ne kadar sevdiğim cazcı varsa duvarlar onların fotoğrafları ile dolu.
Miles Davis, Louis Armstrong...
Ve klasik aryanın devleri...
Pavarotti ve Maria Callas...
*
Biliyorum, bazılarınız itiraz edecek...
Maria Callas’ın önünde lahmacun ve acılı adana
yenir mi...
Vallahi yenirmiş..
Hem de çok iyi gidiyor...
Lahmacun ve fırında tatlı soğan favorilerimdi...
Paylaş