Paylaş
Bugüne kadar sadece bir kişiye yazmış.
Bana...
Adı Nihat Özkan.
İdealleri olan, 16 yıl ceza yemesine rağmen, ülkesine küsmemiş bir komutanın mektubu.
16 yıl onun gelecek beklentisinden hiçbir şeyi alıp götürmemiş.
Tek hüznü, herhangi bir savaşta, herhangi bir orduda bir Er Ryan’ın hayal kırıklığı.
Onu bile sadece küçük bir sitemle anlatıyor.
Kırcaali’de, “Evladı Fatihan”da başlayıp, Hasdal’a uzanan bir Türk subayının mektubu...
Bu mektubu okuyunca Deniz Kuvvetleri’ni sarsan istifaların psikolojisini daha iyi anlayacaksınız.
Başbakan’ın geçen hafta sonu “askerin morali” ile ilgili sözlerini de daha iyi anlayacaksınız.
Üzerinde “Görülmüştür” damgası var.
Onlar görmüş.
Bizler de görelim... .
YENİ VATANA GİTTİK, SİYASİ MÜLTECİ OLARAK DÖNDÜK
“1963 yılında Kırcaali’de dünyaya gelmişim.
Annem ve babam benim asimile olmamdan korktukları için ‘turist pasaportu’yla anavatana gelmişler ve bir daha dönmemişler.
Ben o günleri iyi hatırlıyorum.
Önce siyasi mülteci statüsü kazandık, sonra 1971 yılında vatandaşlığa kabul edildik.
Baba tarafımın kökü Karamanoğulları’na dayanır, yani Anadolu’dan gazâ ile fethedilen toprakları Türkleştirmek için göç ettirilen cefakâr insanlara...
Ata ocağımız Kırcaali’nin 20 km. kuzeyindeki Yenipazar (Çerçevçene) ilçesinin Karademir (Jeleznik) köyüdür.
Anne tarafım Kırcaali’nin merkez köylerinden olan Torbalı (halk arasında Durbalı) köyündendir.
ER RYAN GİBİ BENİ KURTARMAYA GELECEKLERİNİ BİLİYORDUM
Ben, sözde ‘Balyoz Güvenlik Harekât Planı’ denen sahte dijital kaydın EK-A’da (Görevlendirmeye yetkili personel) ismim yazılı olduğu için yargılandım.
Hiçbir maddi delil olmamasına rağmen 16 yıl ile cezalandırıldım. 703 gündür tutukluyum.
Tek umudumuz Yargıtay kaldı.
Kendi kurumumuz bizi yüzüstü bıraktı.
Asla suçsuzluğumuzu sahiplenmedi.
‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ (Steven Spielberg) filminin en çarpıcı sahnesi ‘Beni kurtarmaya geleceğini biliyordum’ bölümüdür bana göre...
Bir asker için gittiği yerde yalnız olmadığını hissetmek... Maalesef bu bizim için gerçekleşmedi...
Sadece yalnız olmadığımızı hissetmek.. İstediğimiz buydu...
ADALET TOPALDIR, AMA ER GEÇ HEDEFİNE VARIR
Ben kendimi bütün güçlüklerden galip çıkmaya programlamış olabilirim... Zaman büyük bir değirmen, haksızlıkları da öğütecektir. Japon atasözü diye bildiğim bir söz ruhumu çok besler benim:
‘Adalet topaldır, ama er geç hedefine varır.’
‘Zamanın Ruhu’na (Zeitgeist) inanıyorum; herkesi, her şeyi sustursalar bile sosyal medyanın vicdanını susturamayacaklar diye düşünüyorum.
Ama beni üzen başka şeyler var.
Bize cezaların verildiği hafta iki-üç bakanımız ‘Artık hiç kimse darbeye teşebbüs edemez, değil teşebbüs, aklından bile geçiremez’ anlamına gelen ifadelerde bulundular.
Hele çalışmalarını heyecanla takip ettiğim Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanımızın bu açıklama yapan bakanlardan biri olması, beni hayal kırıklığına uğrattı.
Çünkü kendilerinin analitik değerlendirme gücüne inanıyordum uzaktan...
‘Askeri Vesayet’ten kurtuluş alkışlanırken, ülke tarihinin en ağır ‘Polis Vesayeti’nin de kutsandığının farkındalar mı acaba?
SUSURLUK’A RAHMET OKUTACAK BİR TEHLİKE VAR KARŞIMIZDA
Bazı güvenlik yetkilileri ‘Siyasi Komiserliğe’ soyunmuş durumdalar. ‘Toplum Mühendisliği’, ‘Siyaset Mühendisliği’ peşindeler artık.
Demokratik denetimin mutlaka sağlanması lazım; ama bu nasıl olacak? Sorunun temeli bu... ‘Susurluk’a rahmet okutacak tehlike...
Ailem Fenerbahçe Lojmanları’nda kalıyor.
Eşim öğretmen (sınıf öğretmeni), oğlum bu yıl üniversite sınavlarına hazırlanıyor.
Hedefinde Boğaziçi Üniversitesi var.
Başarılı bir öğrenci. Onlar da en az benim kadar metanetli.
Aslında onların işi benden daha zor.
Ve ben bir tek onları yalnız bıraktım diye çok üzülüyorum. Asker aileleri genelde yalnız olurlar. Şimdi benim yokluğumda iyice yalnız kaldılar diye düşünüyorum.
Ben emsallerime göre terfi durumunda bir subay olmasaydım, hedef haline gelmeyecektim, onları da böyle yalnız bırakmayacaktım.
Onlar beni teselli ediyor, ben onları...
Şunu gözledim ve hissettim.
İkisi de beni hep güçlü görmek istiyorlar...
BENİ ORDUDAN ATSALAR DA ÜLKEME HİZMET EDECEĞİM
Burada Almanca yeteneğimi Bild gazetesini fazla sözlüğe başvurmadan okuyacak kadar geliştirdim.
Tutukluluğum kalkar kalkmaz İstanbul Üniversitesi’nde Lojistik Yönetimi ve Ulaştırma dalında tezsiz yüksek lisans programına başlayacağım.
Hedefim önce emekli olmak, ardından farklı bir disiplinde değer yaratacak bir yöneticilik yapmak. Deneyimime, donanımıma ve yeteneklerime güveniyorum.
Beni ordudan atarak ‘er’ olarak terhis etseler dahi, ben ülkeme ekonominin neferi olarak hizmet etmeye hazırım.
SUBAYLIK GEÇMİŞİMİ ALABİLİRLER AMA ANILARIMI ASLA ALAMAZLAR
Benim subaylık geçmişimi kâğıt üstünde aldıklarını zannedebilirler, ama anılarımı da alamazlar. Onlar benim her zaman onur duyduğum zenginliğim olarak kalacaktır.”
Kemal Gürüz’den Pink Floyd mektubu
İÇERİDEN bir başka mektup daha var.
Daha doğrusu bir mesaj.
Arkadaşım, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz eşi aracılığıyla bir mesaj göndermiş.
Onunki durumunu anlatan bir mesaj değil.
Hakkında arama kararı çıktığında yurtdışındaydı.
Hemen yurda döndü.
Dönem, cezadan bile uzun tutukluluklar dönemi.
Yüzlerce insan cezadan ağır tutukluluk dönemleri yaşıyor.
Hiç umursamadı, vatani görev yapmaya gelir gibi geldi ve teslim oldu.
Aylardır içeride yatıyor.
Bana gönderdiği mesaj harika...
Bir Türk piyanisti Pink Floyd’un ‘Another brick in the wall’unu klasik müzik formatında çalmış.
BBC Türkçe Yayınlar Servisi bununla ilgili bir haber yapmış.
Uygulamayı çok beğenmiş.
Bu haberin linkini bana yollamış.
Helal olsun arkadaşıma...
İçeride yattığı günlerde bile sanatla ilgisini kesmiyor.
İçindeki hayat ışığını kaybetmiyor.
Mesajı alınca düşündüm.
İnsanın cezaevinde ‘The Wall’ dinlemesi nasıl bir şeydir acaba?
Pink Floyd, 1970’li yıllarda ‘The Wall’u tek tip insan yetiştirmeye uğraşan eğitim sistemini eleştirmek için söylemişti.
“Duvardaki tuğlalardan biri olmak...”
Kişiliğini, kimliğini kaybetmek..
Daha doğrusu kaybettirilmeye uğraşmak...
Hava ağır ve hüzünlü günlerden geçiyoruz...
Paylaş