Harula mevsimi

2003 yılının bir yaz günü, Rodos’un güneye bakan tepelerindeki bir köye gidiyoruz.

Şoförümüz 40’lı yaşlarının ortalarında sempatik bir Yunanlı.

Yunanlıların çoğu terk ettiği halde o bıyığını terk etmemiş.

Bıyık da bu sadakate, o yüze yakışarak cevap vermiş.

Yüzündeki ifade, bir delikanlılık arkeolojisi gibi bütün geçmişini anlatıyor.

* * *

"Corelli’nin Mandolini"
filminde Penelope Cruz’un konuştuğu kırık İngilizce’ye çok benzeyen bir aksanla durmadan anlatıyor.

En iyi arkadaşı, mahallede çocukluktan beri birlikte büyüdükleri bir Türk’müş.

"Mehmet’e sormadan araba bile almam" diyor.

Radyoda çok güzel Yunan şarkıları çalıyor.

Merakımdan soruyorum.

"En sevdiğin şarkıcı kim?"

Hiç düşünmeden cevap veriyor:

"Harula..."

Yani Haris Aleksiyu.

* * *

Geçen hafta Bodrum’daydım.

Yalıçiftlik’e giden yolda papatyaları gördüm.

Kıyıya çekilmiş teknelere son bakımları yapılıyordu.

Her şey hazırdı.

Benim için Aleksiyu mevsimi açılıyordu.

Bugün başlayacak ve zeytin toplama zamanına kadar sürecek en kavgalı, en güzel mevsime giriyordum.

* * *

Biliyordum, gövdemle ruhum siyam ikizine dönüşecekti.

Gövdem karınca, ruhum ağustosböceği olacaktı.

Bir yanım çalışacak, öteki yanım aylak bir hergele gibi orada burada sürtecekti.

Temmuz ortasına kadar "yaz geliyor" keyfini yaşayacaktım.

Heyhat, daha temmuz ortalarından itibaren "Eyvah bir yaz daha geçiyor" hüznü her tarafımı basacak; temmuza kadar yeniden doğacak, temmuzdan sonra yeniden ölecektim.

Ama Aleksiyu hiçbir zaman bitmeyecekti.

Sesi, şarkıları bana "Gılgamış’ın ölümsüzlük sırrını verecekti.

Bakışları, yüzü, her şeyi bana, ölümsüz kadını anlatacaktı.

Tabiatın en katı kanununun bile bir kadını asla öldüremeyeceğini ispat edecek, "Kadın ölmezse erkek de yaşar" diyecektim.

* * *

Haris Aleksiyu
geçen hafta İstanbul’daydı.

Onu son defa, geçen yıl Atina’da şarkı söylediği müzikholün kulisinde görmüştüm.

Üzerinde beyaz bir bornozla bizi karşılamıştı.

Uzun uzun yüzünü seyretmiştim.

Yaşanmış her şeyi gösterecek kadar şeffaf bir makyaj yapmış, gözlerdeki hüznü kadrajlayacak kadar kuvvetli bir rimel sürmüştü.

Yüzündeki tek aksesuvar buydu.

Yılları ve hakikati gizleyen değil, teşhir eden bir cesaret.

Daha doğrusu ölümsüz kadın cüreti...

* * *

Aleksiyu
’nun yeni CD’si Türkiye’de de yayınlandı.

O hálá aynı İzmirli kız.

Annesinin Bulgurca’da doğduğu ev, bugün baraj suları altında kalmış olsa da; yüz binlerce hayatı tarumar etmiş bir savaşı, "kurtuluş" değil, "bozgun" olarak yaşayanlar safında olsa da, o hálá Karantina’nın, Alsancak’ın, Çeşme’nin, Gümüldür’ün kızı.

Diyorum ya, Aleksiyu mevsimi başlıyor.

Hayata benim gibi bakan, yazlarını yeniden doğum ile yeniden ölüm arasında adilane şekilde paylaştırmış insanlara şiddetle tavsiye ediyorum.

Alın bir kenara koyun.

Papatyaların açıp, zeytin tanelerinin kapattığı bu mevsim boyunca elinizin altında bulunsun.

Anlarsınız ya, işte öyle bir anda, ne bileyim kendinizle veya bir başkasıyla baş başa kalmak istediğiniz bir anda yardımınıza gelir.

Gelir ve emin olun her şey değişir...
Yazarın Tüm Yazıları