Paylaş
Ankara’dan şehre geçici görevle gönderilen yetkililer, valilikte koordinasyon toplantıları yapıyor.
Başında bu iş için görevlendirilen “siyasi komiser” var. Vali bile onun emrine girmiş.
Önce tedbirler belirleniyor. Sonra icraata geçiliyor.
Ne kadar “olağan şüpheli” genç varsa, toplanıp poliste “misafir ediliyor”.
Şehrin giriş ve çıkışları kontrole alınıyor.
Ülkenin en yetenekli istihbarat elemanları bir hafta önceden şehrin stratejik yerlerine konuşlandırılıyor.
Kahvehaneler, gençlerin gittiği pub’lar, birahaneler, üniversitesi kampusundaki kantinler...
Her şey tarassut altında.
Valilik, üç gün önceden şehirde her tür toplantı ve gösteriyi yasaklıyor.
Polis, caydırıcı bir psikoloji yaratmak için, şehrin her noktasında “daha görünür hale” getiriliyor.
Siyasi komiser Ankara’daki genel merkeze durumu rapor ediyor:
“Şehirde sinek uçsa hâkimiz...”
***
Bütün bunlar tek şey için yapılıyor.
“Lider”, “tek ve muktedir adam”, şehre gelip “halka seslenecek...”
Ve sıra geliyor asıl önleme...
“Çevre görünümü...”
“Liderin” hoşuna gitmeyecek panolar, bilbordlar, afişler, vitrinler tek tek belirleniyor.
Hepsinin kaldırılması, kaldırılması mümkün olmayanların “kamufle edilmesi”, “kamufle edilemeyenlerin sansürlenmesi...”
Liderin ziyareti, yerel yöneticilerinin kariyeri açısından en önemli fırsat...
Herkes “liderin” gözüne girmek için muazzam bir çaba harcıyor.
Son olarak böyle “olağanüstü hal” görüntüsü altında bir “lider ziyareti” nerede gördünüz?
***
Münafıklığa, fitne fücura lüzum yok...
Anlattığım sahne, Sırrı Süreyya Önder’in harikulade filmi “Beynelmilel”in son sahnesi...
Hani 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in, bir doğu şehrine yaptığı ziyareti anlattığı filmin son sahnesini...
Hafta sonunda o filmi yeniden seyrettim...
Tavsiye, seyretmediyseniz seyredin, seyrettiyseniz bu gözle bir daha seyredin.
Harikulade bir film... İnsan hem gülüyor, hem ağlıyor, hem de hayret ediyor....
“OHAL”imizi çok güzel anlatıyor...
Miadını doldurmuş boş laflar sözlüğü
DİK DURMAK Ne laftı ama...
İnsanın ağzını öyle bir doldururdu, öyle bir ihtişamı vardı ki...
Bir söylendi mi, “belagat şehveti” olmaktan çıkıp “şehvetin ta kendisi” haline gelirdi...
Yazık... İç siyasette, bir imzayla...
Dış siyasette, bir “persona non grata” ile gitti...
FİTNE VE NİFAK Ne maymuncuk kelimeydi ama..
Biri taraf mı oldu, tek maymuncukla bertaraf edilirdi..
Sadece bertaraf değil, tarumar edilirdi. Yazık, o dev gibi maymuncuk, bir dostun eliyle hiçbir kapıyı açamayan kofti bir ‘pass partout’ya dönüştü...
FİŞLEMEK Ne suçlamaydı o ama...
Ağzına bir aldın mı, girerdin Cumhuriyet’in kurucu babalarından, çıkardın 28 Şubat’ın paşalarından...
Vatandaşın hakkını koruyan sendin, onu fişlemeden kurtaran da sen...
Yazık... Bir manşetle tuzla buz oldu...
ANDIÇ Ne laftı o be...
Ye ye bitmez, kullan kullan tükenmez, miadı dolmaz...
Parmağını bir tarafa uzattın mı, gazeteciyi, öteki tarafa uzattın mı koskoca genelkurmay başkanını müebbetlere gönderirdin...
Yazık...
Bir MİT yazısı, bir yargıç oluru ile gazetecileri “casus” diye andıçlattın ve o güzelim süngü de gitti...
İLERİ DEMOKRASİ Hem de ne ileri...
En mükemmelinde bile olmayan bir “milli irade...”
“Vesayet” rejiminin kasası diye suçladığın insanı, “vasiyet” bile bırakmadan mezara gönderen, dünya tarihinde görülmemiş bir hukuk...
Yazık... Bir seçim başarısının ardından yok olup gitti.
ISLAK İMZA Var ya... İşte kelime oydu.
Bütün komploları ortaya çıkaran, bütün darbecileri teşhir eden, demokrasinin bütün böceklerini lime lime eden...
Oydu...
Ne kudretli imzaydı o... Ya Rabbim, bir ıslak imza uğruna ne güneşler batıyordu...
Yazık oldu...
O muktedir, eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik duran ıslak imza, Bir MGK kararının altında, eğri büğrü, alelade, zavallı bir işarete döndü...
Her insan, altına attığı imzalarla tarihe kalacak...
Islak imzalar da...
Sırılsıklam imzalar da...
O adam var ya, kimdir çok merak ediyorum
ÖYLE bir adam var...
Onu çok merak ediyorum.
Mesela Başbakan bir alışveriş merkezini mi ziyaret edecek...
Hemen o adamın aklına geliyor.
Gidiyor ve kadın iç giyim satan mağazanın vitrinini kapattırıyor.
Çünkü o adam, “Beyefendi neye üzülür”, “Beyefendi neye kızar”, Beyefendi’den bile daha iyi biliyor. Mesela Başbakan bir şehre mi gidecek...
Şeytanın aklına gelmeyecek şey o adamın aklına geliyor.
Gidiyor, Başbakan’ın arabasının geçeceği güzergâhtaki bilbordlara, şehirdeki panolara ve afişlere bakıyor.
Kadının bacağı mı açık...
Hemen kamufle ettiriyor...
O adam büyük adam.
Başbakan’ı Başbakan’dan çok seviyor.
Muhtemelen “Başbakan’a rağmen” seviyor.
Onun ruhunu okuyor...
Neticede o “Tak” diyor, devlet de
“Şak diye” yerine getiriyor.
Bir Dumanlı yazısından aklıma kalan beş soru
ZAMAN Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın dünkü yazısının başlığı şöyleydi:
“Bunu da yaz tarih...”
Madem tarih yazılacak, yazıdaki bazı cümlelerin akılda bıraktığı şu soruların cevabını yazmak da yararlı olur.
BİR: “Üstat Necip Fazıl’ın ‘Fikrin ne fahişesi oldum ne zamparası/Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası” mısraını hatırlamadım dersem yalan olur.”
Merak ettim: Bu mısraları ona hatırlatan ‘fikir fahişeleri ve zamparaları’ kimler?
İKİ: “Nifak sahibi ‘U’ dönüşü nedir bilmez, o hep ‘O’ dönüşü yapar, döndükçe döner, kendi ekseni etrafında dönerken benliği tavaf eder.”
Merak ettim: Bu “O” dönüşçüleri kimdir?
ÜÇ: “Dava adamlığı gitmiş heva adamlığı moda olmuş.
Katlar, yatlar, rantlar altında ezildikçe ezilenler olmuş.”
Merak ettim: Kat, yat, rant altında ezilen bu yeni muhafazakâr nesil kim?
DÖRT: “Kanun zoruyla hukuk ayaklar altına alınamaz.”
Merak ettim: Kim ve neymiş bu “kanun zoruyla” hukuku ayaklar altına alan...
BEŞ: “İş dünyasından kanaat önderlerine, köşe yazarlarından sektör temsilcilerine kadar herkesi susturmaya çalışmanın makul bir sebebi yok ki. Onca telkine rağmen insanlar fikrini değiştirmezse baskı unsuru olabilecek başka yollara başvuruluyor.”
Merak ettim: Neymiş bu “başka baskı unsurları...”
Sakın hepimizin bilip de söyleyemediği şeyler olmasın...
Paylaş