Paylaş
Ancak önceki gün Nişantaşı’nda Kruvasan Kafe’de otururken, Zülfü Livaneli’den gelen bir mesaj üzerine, bir haksızlığı önlemek amacıyla yazıyorum bu yazıyı.
ZÜLFÜ LİVANELİ: ‘BU TARTIŞMAYI SEN BAŞLATMIŞTIN, SEN YAZMALISIN’
Zülfü Livaneli bana 1995’te yazdığım bir yazıyı hatırlatıyor ve “Sen bunu yazmıştın” diyordu...
Evet Deniz Baykal’ın “Alevilik-Sünnilik” konusu, bundan 26 yıl önce, 25 Ağustos 1995 günü bu köşede yazdığım “CHP’de Etnik ve Dini Politikanın Sonu mu” başlıklı bir yazı ile başladı.
23 Ağustos 1995 akşamıydı...
CHP kurultaya hazırlanıyordu.
Deniz Baykal o gece Rumelihisarı’nda Sezen Aksu konserini dinlemiş, oradan da caz dinlemek üzere Cafe Keyif’e gelmişti.
26 yıl sonra Zülfü Livaneli’nin bir mülakatı ile yeniden alevlenen tartışma işte orada Deniz Baykal’ın bana söylediği şu sözlerle başladı:
HEPİNİZ ATLADINIZ, KONGREYİ KAZANAN ARKADAŞIMIZ KETENCİ BİR SÜNNİ VE TÜRK
“İstanbul kongresinde bir şey gözünüzden kaçtı. Kongreyi kazanan arkadaşımız Ahmet Güryüz Ketenci, Sünni ve Türk kökenli. Onun başkanlığa seçilmesi, CHP’de etnik, yerel ve mezhebe dayalı politikanın aşılmakta olduğunu gösteriyor...”
Siyasette etnik ve mezhepsel takıntılara, üniversite yıllarımda öğrenci dernekleri seçiminde gördüğüm “hemşerilik takıntılarına” karşı bir insan olarak Baykal’ın sözlerini doğru bulmuştum.
Ancak bu sözler o günlerde CHP içinde büyük bir tartışmaya yol açtı...
Ortalık birbirine girince yazının çıktığı gün Baykal’ı aradım.
O sırada Antalya’daydı.
Bana aynen şunları söyledi:
ERTESİ GÜN BAYKAL: ‘SÖYLEDİĞİM O SÖZDEN TAVİZ VERMEM ÇÜNKÜ...’
“Ben bu sözlerimden taviz vermem. Çünkü amacım parti içindeki feodaliteyi kırmaktır.”
Sonra şöyle devam etti:
“İstanbul CHP örgütünün delege kompozisyonunda Doğulu ve Alevi arkadaşların büyük ağırlığı vardır. Şimdi bu arkadaşlarımız kendi serbest iradeleri ve oylarıyla Ahmet Güryüz Ketenci’yi il başkanı seçmişler. Yani etnik ve mezhebe dayalı bir anlayış değil, çağdaş bir anlayışla liyakate göre oy kullanmışlar. Bu da partimizin iyi bir anlayışa gittiğini gösteriyor. Buna tepki gösterilir mi?”
Ben de bu sözleri, ilk yazının ertesi günü, 26 Ağustos 1995 tarihli köşemde “CHP’de Feodal Beyler İsyanı” başlıklı yazımla yayınladım.
Peki sonra ne oldu?
Tartışma yine benim köşemde şöyle devam etti.
KETENCİ: BENİM İÇİN SÜNNİ TÜRK DEĞİL SÜNNİ LAZ DİYORLAR
Üçüncü sahnede, CHP’nin o gün yeni seçilen il başkanı Ahmet Güryüz Ketenci devreye giriyor.
Onunla sohbet ediyoruz.
Bana yeni seçilen arkadaşlarını tanıtıyor.
“Bu arkadaşımız Alevi Kürt’tür...”
Arkadan birisi sesleniyor:
“Beni unuttunuz ben de Aleviyim...”
Yeni başkan Ketenci kendi durumunu ise şu şakayla anlatıyor:
“Deniz Bey benim için Sünni Türk’tür demiş. Bazıları itiraz ediyor, o Sünni Laz’dır diyor...”
Sohbete katılan herkes bu şakayla gülüyor.
Ancak tartışma orada kalmadı.
KARAYALÇIN SORUYOR: HANGİ AMAÇLA SÖYLEDİ
Baykal’ın sözlerinin köşemde yayınlandığı gün, CHP’nin genel başkan adaylarından ve en ağırlıklı isimlerinden biri olan Murat Karayalçın aradı ve “Baykal bunları hangi çerçevede söyledi” diye sordu.
Bütün sohbeti anlattığımda şu cevabı verdi:
“Bunları işittiğime sevindim. Sözlerin amacı buysa ben de aynı düşünceyi taşıyorum...”
Bense üzülmüştüm ve o günkü hissiyatımı 6 Eylül 1995 günü “Siyasetin Büyük İmtihanı” başlıklı yazımda şöyle anlatmıştım:
“...Sadece Baykal’a kötülük yaptığım duygusuna kapılmadım. Ama Türkiye’nin cesaretle tartışıp aşması gereken bir zihniyeti savunan insanlara karşı olan kişilere koz verdiğimi düşünerek üzüldüm. Baykal cesur bir kararla bu tartışmayı başlattı. Amacı Türk siyasetini sosyal demokrasinin feodal dönemine ait ayak bağlarından kurtarmaktı. Sosyal demokratların siyasetçileri değerlendirirken, ‘Türk mü, Kürt mü, Alevi mi, Sünni mi’ diye bakmadan sadece ve sadece iyi sosyal demokrat bir siyasetçi mi, başarılı bir insan mı’ ona bakmalarını istedi.”
KUMBARACIBAŞI: BATAN GEMİNİN KAPTANI ANCAK EVİNDE OTURUR
Üzüldüğümü gören CHP’nin önde gelen itibarlı isimlerinden Prof. Onur Kumbaracıbaşı beni arayarak şunu söylemişti:
“Deniz Baykal’ın bu tavrı parti için umut veriyor...”
Sözlerini şöyle bitirmişti:
“Batan bir geminin kaptanı ancak evinde oturur...”
Bu üçüncü yazımdan 3 gün sonra, 9 Ağustos 1995 günü CHP kurultayı yapıldı.
Deniz Baykal 681 oyla genel başkanlığa seçildi...
26 YIL SONRA BAYKAL’IN O SÖZLERİ ADRESİNE ULAŞTI MI
Aradan 26 yıl geçti... Ne yazık ki bu girişim Türkiye’de henüz amacına tam erişemedi...
Siyasetimizde bugün hâlâ etnik ve mezhepsel rüzgârlar, “hemşerilik” bağları etkisini sürdürüyor.
Ama CHP bugün, Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte mezhepsel, etnik, bölgesel, hemşerilik bağlarını aşıp toparlayıcı, kucaklayıcı ve modern bir sosyal demokrat parti haline gelmeye çalışıyorsa...
Bunda Deniz Baykal’ın, 26 yıl önce, bir Sezen Aksu konseri sonrasında attığı bu adımın büyük etkisi vardır. Yani bu adım konusunda Deniz Baykal’ı eleştirmek değil alkışlamak gerekir.
Ve 26 yıl sonra yeniden açılan bu tartışmadan bize kalması gereken tek ders de şu olmalıdır:
Bir ülkede, liyakatin yerini, mezhepsel, etnik, hemşerilik, akrabalık bağları alıyorsa...
Hepimizin çocuklarına büyük haksızlık yapılıyor demektir...
Yani artık bütün bunları aşmanın zamanı geldi...
TEASER
BUGÜNDEN İTİBAREN BU SAYFADA YENİ BİR BÖLÜM: ‘ARKA PENCERE’
PANDEMİDE streaming platformlardaki filmleri seyrettik. Çoğumuz artık yeni bir film bulmak için ortalama 20 dakika mönüde dolaşıyormuşuz.
Oysa, orada, arka ekranda binlerce film ve dizi duruyor.
Ne yazık ki streaming platformların arama motorları yeterince “friendly” değil, bize sadece “Şunu da sevebilirsin” gibi algoritmik tercihlerden başka bir şey sunamıyorlar.
O nedenle arkadaş tavsiyelerine ihtiyacımız var.
Özellikle de benim gibi işi gücü olmayan, hayatını arka ekranlardaki dehlizlerde, fare yuvalarında geçiren eski genel yayın yönetmeni size yardımcı olabilir.
İşte bu amaçla size bir “Arka Pencere” açıyorum.
Tıpkı Hitchcock’un o isimdeki ünlü filmindeki gibi, evimde elimde dürbün, bütün streaming platformların ön, arka pencerelerini dikizleyip size günlük mönüler getireceğim.
Mesela nostaljik, 65 plus solcu arkadaşlar... Siz...
Rosa Luxemburg belgeseli var.
Gördünüz mü...
ARKA KULAK
BİR YUNAN SOPRANO EN GÜZEL HANGİ ŞARKIYI SÖYLER
MARİA Callas sonrasında Yunanistan’ın çıkardığı en ünlü ikinci soprano herhalde Agnes Baltsa’dır...
Onu ilk kez 1990’lı yıllarda Cengiz Çandar’ın bana hediye ettiği “Songs My Country Taught Me” albümü ile tanıdım.
Hadjidakis, Theodorakis, Xharhakos, Tsintanis gibi Yunan bestecilerinin halk şarkılarını seslendirmişti.
Deutsche Grammophon geçen hafta onun en güzel parçalarını “Grandi Voci” adı altında yeniden streaming platformlarına koydu.
Çeşitli operalardan en başarılı performansları yanında Yunan bestecilerinin şarkılarına da yer vermiş.
Güzel bir Akdeniz yazı için tavsiye ederim.
ARKA PENCERE
KLASİK AMA HADDİNDEN FAZLA KLASİK BİR YAZ AKŞAMI CAZ PARÇASI
BUGÜNLERDE siz de dünyadaki milyonlarca insan gibi, yüksek şiddette bir “vintage rüzgârı” etkisindeyseniz...
60’ların filmlerini seyrediyor, dönemin müziklerini dinliyorsanız....
İşte tam bu iklime uygun bir şarkı kondu geçen cuma streaming platformlarına...
George Benson söylüyor.
“That Sunday, That Summer...”
Klasik... Çook klasik... Çok bildik... Ama çook jazzy...
Hemen arkasından eski bir Eliane Elias şarkısı... “Little Boat” da atarsanız...
Onun da arkasından The Coltrane Quartet ve Eve St. Jones’un sesinden “Dreams...”
Piyano... Davul... Hafif ziller ve şahane yumuşacık bir kadın sesi... Bir de üçüncü aşı olarak BioNTech’i yaptırdığınız için içki içemiyorsanız...
Buyurun size şahane “Bir Yaz Gecesi Hikâyesi...”
Paylaş