Fransız Senatosu'nda anlattıklarım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Önceki akşam Fransız Senatosu'nun Clemencau Salonu'nda Türkiye üzerine yapılan bir toplantıya davetliydim.

Benim dışımda, Türkiye'den Mehmet Ali Birand var.

İki Fransız gazeteci ve bir Amerikalı öğretim üyesi, Türkiye'yi tartışıyoruz.

Salon ağzına kadar dolu.

EFSANEVİ BAŞBAKAN

Bu arada konuklar arasında önemli bir sima dikkatimi çekiyor.

Fransa'nın efsanevi başbakanlarından Guy de Meurville, birinci sırada bütün dikkatiyle konuşmaları dinliyor.

Yaşı 94 ve yaşayan De Gaulle'cuların en büyüğü olarak tanınıyor.

Türkiye ile ilgili bir toplantıya bu kadar büyük ilgi olması beni şaşırtıyor.

Toplantıyı Fransa'nın iki eski Ankara büyükelçisi yönetiyor.

Biri Mr. Rouillion. 1980'li yıllarda Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzelmesi için en büyük çabayı gösteren diplomatların başında geliyor.

Öteki de, Le Monde Gazetesi'nin eski yazarı Eric Rouleau.

Toplantıya katılanlara son aylarda Türkiye'de gözlenmeye başlanan yeni bir eğilimi anlatıyorum.

Türkiye'nin 19'uncu yüzyıldan bu yana uzlaşmaz bir çatışma içinde bulunan iki belli başlı eğilimi, kendi kendini yeniden tarif etme yoluna giriyor.

İslam'ı siyasallaştırarak Türkiye'yi bugün içinde bulunduğu gerginliğe götüren, Fazilet'in kökenlerini oluşturan akımın içinde yeni bir hareket filizlenmeye başlıyor.

İSLAM'DA GELİŞME

Bu ılımlı kanat, İslam'ın aşırı derecede siyasallaşmasının yarattığı sıkıntıları giderek görüyor.

Başka deyişle siyasi İslam'ın en azından bir bölümü, İslam'ın siyaset içindeki yerini yeniden tarif etme çabası gösteriyor.

Bu hareketin başını Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan ve çevresindekiler çekiyor.

Milli Nizam Partisi ile başlayan bu radikal kesimin ılımlı kanadı, eski radikal söylemi ve devleti, dinsel esaslar çevresinde örgütleme programı ile iktidarda kalamayacağını anladı.

Türk siyasetinin son 30 yıldaki en önemli yeniliklerinden birisi budur.

Eğer Fazilet Partisi, teorisyenliğini Recai Kutan'ın yaptığı bu yeni hareketi kuvvetli bir zemine oturtmayı başarabilirse; Türkiye, 19'uncu yüzyıldan bu yana gelen en kuvvetli çatışma faktörlerinden birini ortadan kaldırabilir.

Bu da, siyasetin istikrarlı bir zemine oturmasına hizmet edebilir.

Cumhuriyet'in 75'inci yılında, bu yeni zihniyeti Türkiye'ye yerleştirebilen siyasetçiler, gerçekten de bu ülkeye büyük hizmet yapmış olacaklar.

Ancak radikal İslami kesimde gözlenen bu yenileşmenin karşısındaki gelişmeleri de izlemek gerekir.

KARŞI GELİŞME

Cumhuriyet, kuruluş yıllarında çok haklı olarak iki önemli zihni temeli oluşturmaya çalıştı.

Bunlardan biri, çokuluslu bir imparatorluktan, etnik homojenliği olan milli bir devlete geçiş programıydı.

Bu da ister istemez yeni devletin Türk karakterini çok kuvvetlendirmeyi gerektiriyordu.

Ancak hemen hemen bütün tarihçiler, Atatürk'ün Türk kavramına, etnik olmaktan çok sosyolojik bir anlam verdiği konusunda birleşiyorlar.

Yeni devletin en az bunun kadar ikinci önemli ayağı ise laiklikti.

Aynı yıllarda bir başka yeni devlet de başka iki temel üzerinde yükselmeye çalışıyordu.

Sovyetler Birliği, Çarlık Rusyası'nın çokuluslu etnik yapısına alternatif olarak milli aidiyeti hiç olmayan bir Sovyet kimliği oluşturmaya çalışıyordu.

ÇÖKEN HAYAL

Aynı rejim, dini tamamen ortadan kaldırıp, yerine ideolojiyi koymaya gayret ediyordu.

Soyut ve androit bir insan tasarımı üzerine kurulu Sovyet sistemi çöktü.

Türkiye'nin savunduğu Cumhuriyet ise 75'inci yılına dayandı.

Bu Cumhuriyet, şimdi kendi ince ayarını yapıp, 21'nci yüzyıla geçmeye hazırlanıyor.

Bir yandan laikliği jakoben anlamından, daha mantıki bir zemine geçirmeye çalışıyor. Bir yandan da İran ihtilalinden sonra siyasallaşan dini zihniyetini, laik ve demokratik bir tabana kaydırmanın düşünce egzersizini yapıyor.

Cumhuriyet'in 75'inci yılında Türkiye'nin geçirmekte olduğu en önemli evrim bu olabilir.

Bunu başarmak için ihtiyacımız olan tek şey, mantık, ülke sevgisi ve dinin temel kavramlarını siyasetin içinden çekip almaktır.



Yazarın Tüm Yazıları