Paylaş
Cumhurbaşkanı Erdoğan aşı oluyor...
*
Tamam güncel olan o...
Ama gözümüzü hafifçe sağa ve sola çevirince ne görüyoruz...
Sağda erkek bir doktor veya sağlık görevlisi Cumhurbaşkanı’na aşı yapıyor...
Solda ise bir kadın doktor veya sağlık görevlisi Cumhurbaşkanı’nı omzundan tutmuş, aşı olurken yardımcı oluyor...
*
Şimdiii...
Fikri Bey kardeşim şimdi sana dönüyorum...
Sen de görüyorsun bu fotoğrafı değil mi...
Görmen işine gelmiyorsa ben sana yardımcı olayım...
*
Ne diyordu bir zamanlar benim, senin mahallen... Başörtülü kadın hastanede olmaz...
Niye “Çünkü erkek hastaya hizmet vermez”...
Buyur 30 yıllık bu iddianın açık tekzibi önümüzde...
*
Sadece bizim mahalle mi...
Ya karşı mahallede...
Oranın bazı “dindarları” da demiyor muydu hep...
“Kadın doktor erkek hastaya hizmet etmez...”
Buyurun okkalı bir tekzip de o mahalleye...
*
Evet iki mahallede de 30 yıllık tartışmayı bitiren bir kare bu... Ben yine aynı şeyi söyleyip bu defteri kapatacağım...
Evet Türkiye’nin bir başörtü sorunu vardı...
Ama çözüldü... Evet bunu da AKP iktidarı çözdü...
*
Ve artık bilelim ki bu mahallenin makul insanları da bu çözümden dolaylı mutludur...
*
NOT: Tabii bu arada bir küçük vefa mesajı da “Modern Mahrem” kitabının yazarı Prof. Nilüfer Göle’ye...
Bu ülkede yıllarca başörtü serbestliğinin kadına eğitim ve çalışma hayatının yollarını açacağını savundu...
Haklı çıktı.
DARON HOCA’YA KATILMIYORUM, TÜRKİYE’NİN YERİ ORASI DEĞİL
SUUDİ Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar anlaşmasından sonra artık şunu anladık...
Biz Ortadoğu ülkesi olmak istesek de Arap dünyası bizi Ortadoğulu saymayacak.
Çünkü kanlarındaki “Yeni Osmanlıcılık şüphesi” iyice yayıldı.
Zaten biz de yavaş yavaş anlıyoruz...
Cumhurbaşkanı sık sık “Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliği’ndedir” diyor...
*
Ancak dün yayınlanmaya başlayan “Oksijen” gazetesinde benim de çok ilgiyle izlediğim ekonomist Daron Acemoğlu başka bir fikir ortaya attı...
Acemoğlu, dünyanın huzur bulması için “iki” değil “dört kutuplu” olması gerektiğini söylüyor.
Bir yanda Amerika Birleşik Devletleri, bir yanda Avrupa Birliği, karşıda Çin ve bir de “E 10” ülkeleri... (Emerging 10)
Yani “yükselen ekonomiler”...
*
Acemoğlu, Türkiye’nin de bu “E 10” içinde yer alması gerektiğini savunuyor.
Kim bu 10 ülke, onlardan sadece 7’sinin adını vermiş.
“Türkiye, Meksika, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Malezya, Güney Afrika...”
Mesela Rusya’yı da bunun içine mi koyuyor merak ediyorum.
*
Ben bu teze katılmıyorum...
Niye katılmadığımı da anlatayım.
TÜRKİYE’NİN YERİ ORASI DEĞİL İŞTE TAM BURASIDIR
DARON Hoca’ya katılmadığım gibi Türkiye’nin geleceği açısından da çok tehlikeli buluyorum.
Ama önce şunu söyleyeyim.
Daron Hoca yıllardır bize şunu anlatıyor:
Türkiye’nin gelişmesi, kalkınması ve huzur bulması için demokrasisinin, adalet sisteminin, özgürlüklerinin, insan haklarının gelişmesi gerekir.
Nasıl gelişir bu?
Bana göre ancak bir demokrasi coğrafyasında gelişir...
Yani Kopenhag Kriterleri’nin işlediği bir coğrafyada...
Yani bizim tam üyelik müzakerelerine başladığımızda uygulamaya söz verdiğimiz Kopenhag Kriterleri’nin...
Orası da Avrupa Birliği’dir...
Yani çok kutuplu bir dünyada Türkiye’nin yeri Avrupa Birliği’dir...
Türkiye’nin makul insanları bunu şimdiden anladı.
Eminim Avrupa Birliği’nin makul insanları da anlayacak.
GERÇEK JOKER GERÇEK BİR SERİ KATİL MİYDİ
RICHARD Ramirez 1980’li yıllarda Los Angeles ve San Francisco’da 13, muhtemelen daha da fazla insanı tecavüz edip öldüren bir seri katil.
O dönemde medya ve halk arasındaki adı “Night Stalker”dı...
Yani “Gece Avcısı”...
*
Şimdi bu adamın belgesel dizisi yapıldı ve yayına kondu.
Önceki gece oturup tamamını seyrettim. Seyrederken sık sık şunu düşündüm.
“Bu adam gerçek Joker sanki...”
Nedenini de anlatayım.
*
- Dizinin başında bir adam onun için şu ifadeyi kullanıyor:
“Killer Clown”...
Yani “Katil Palyaço”... Tam Joker’i tarif eden bir kavram.
- Yakalandıktan sonra polis arabasında götürülürken bir görüntüsü var ki insana Joker filminin son sahnesini hatırlatıyor.
- Bakışlarında, sırıtışında ve özellikle dudaklarının kenarında sanki Joker makyajı yapılmış gibi bir hal var.
- Mahkemede suçlu bulunduktan sonra avucunun içini açıp oradaki Pentagram dövmesini salondakilere gösterirkenki hali de aynen öyle...
- Mahkûm olduktan sonra mahkeme heyetine ve bütün salona dönüp söylediği şu söz:
“Beni anlamıyorsunuz... Anlamazsınız da... Ben iyinin ve kötünün ötesindeyim...”
- Ve ayrılırken gazetecilere söylediği şu son söz:
“Disneyland’da görüşürüz...”
*
Evet bence kesin gerçek Joker bu adammış...
Meğer Gotham’da değil, Los Angeles’taymış...
Yani ‘Meleklerin Şehri’nde gerçek bir şeytan...
WHATSAPP
‘DİJİTAL HAYMATLOS’ OLAMAM ÇÜNKÜ DİJİTAL KONFORMİSTİM
SON uygulamadan sonra WhatsApp’tan ayrılanlar için yeni bir kavram yaratıldı:
“Dijital göçmen...”
WhatsApp’tan Telegram, Signal gibi uygulamalara geçiş için de “Dijital göç” deniyor...
*
İki haftada 25 milyona yakın insan sosyal paylaşım ülkesini terk edip başka ülkeye yerleşmiş.
O nedenle “Tarihin gördüğü en büyük göç” deniyor.
*
Bana gelince...
WhatsApp’ın yaptığına çok içerledim.
Bu konudaki iletişimini hem çok nobran, hem çok aptalca, hem çok beceriksiz gördüm.
Ama tuhaftır, pek yerimden kımıldamaya da niyetim yok gibi...
Yani şu yaştan sonra dijital nomad olamam...
Çünkü ben dijital bir konformistim galiba...
Ayrıca çevremdeki dijital WhatsApp yerleşiklerinden de şu ana kadar dijital haymatlosluğa geçen kimse olmadı.
DAMDAKİ KEMANCI SANDALYEDEKİ HİP HOP’ÇI OLURSA NASIL OLURDU
DÜN çıkan yeni şarkılardan biri müzikal tarihin en bilinen parçalarından biriydi...
“If I were a Rich Man”...
Damdaki Kemancı müzikalinin müziği yani...
Türkçeye de “Ah Bir Zengin Olsam” diye çevrilmişti...
İşte o şarkıyı hip hop tarzına çevirmişler...
Flo Milli söylüyor.
Şarkının adı “Roaring 20s” olmuş...
Nasıl olmuş derseniz...
Olmamış...
Hiç olmamış...
KİTAP
YILLARDIR SÖYLÜYORDUM AMA BAKIN İKİ ÖNEMLİ YAZAR NE DİYOR
GAZETELERİN altın dönemiydi...
Dünya Yayıncılar Birliği’nin her kongresinde çok şaşırtıcı bir rapor yayınlanırdı...
18 yaş üstünde her 1000 kişiye satılan gazete bakımından Türkiye Avrupa’nın en iyilerinden biriydi...
Yunanistan’dan çok ilerideydik, dahası Fransa ve İspanya’dan bile ilerideydik... Ama Türkiye’de bunu kime söylesem hep benzer tepkiyi alırdım:
“Hadi canım sen de...”
Aynı şeyi Türkiye’nin kitap pazarı için de söylerdim.
Türk yayınevleri bana göre yıllardır harikalar yaratıyor...
Çeviri konusunda Avrupa’nın belki de en hızlı ve ileri ülkesiyiz...
Nihayet iki önemli Türk yazarı daha çıktı ve bunu söyledi.
Zülfü Livaneli şu çok çarpıcı bilgiyi paylaştı:
IPA’ya (Dünya Kitap Yayıncıları Birliği) göre bağımsız yayıncılıkta Türkiye dünya 6’ncısıymış...
Livaneli’nin verdiği bilgiye göre Orhan Pamuk da aynı düşüncedeymiş...
Ben beş yıl önce bunun adını da koymuştum.
Türk kitap yayıncılığı gerçek bir rönesansı yaşıyor...
Paylaş