Paylaş
Kendisine karşı hiçbir zaman önyargılı olmadım.
Hatta aramızda sıcak bir ilişki olduğu izlenimine bile sahibim.
Bir arkadaşı aracılığıyla bana Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün yazdığım yazıyı ağlayarak okuduğunu iletmişti.
Çeşitli defalar, 28 Şubat’ta kendisine haksızlık yapıldığını yazdım.
20 yıl boyunca oluşan karşılıklı saygıya dayanarak, onun da bu yazıyı aynı önyargıdan uzak duygularla okumasını dilerim.
Bu düşman değil, dost bir yazıdır.
* * *
Çok yakın bir zamanda, Türkiye’nin en tanınmış Emniyet müdürlerinden birine telefon gelir.
Arayan kişi, kendini aradığı müdürün “yakını” olarak tanıtmıştır.
Söze, “Size verilecek çok önemli bir bilgim var. Bana güvenli bir numara verebilir misiniz?” diye başlar.
Aranan Emniyet Müdürü, sık sık rastladığı türden, “dedektiflik merakı” olan biri diye düşünür ve “Merak etme, benim telefonumu kimse dinlemez, ne söyleyeceksen söyle” der.
Telefondaki adam, “Sizinle konuşmak için arabamın plakasını değiştirdim ve İstanbul’dan iki saat uzak bir yere geldim” der ve ekler:
“Mesele arkadaşınız ...’la ilgili.”
Emniyet Müdürü, bu ismi işitince donup kalır.
Çünkü o isimde bir arkadaşı yoktur. Ancak o isim, bir arkadaşı ile konuşurken karşındakinin kimliğinden emin olmak için kullandığı bir şifre isimdir.
Ve telefon eden kişi, o şifre ismi bilmektedir.
Bunun üzerine on dakika süre ister, o güne kadar hiç kullanmadığı bir kontörlü hattı açar, yine hiç kullanmadığı bir telefon cihazına takar.
Adam on dakika sonra aradığında ona “İstanbul polisinde telefonlarınız illegal olarak dinleniyor” der ve buna delil olarak da şunu söyler:
“Son SMS mesajlarınızdan birinde bir harfi hatalı yazmışsınız.”
Emniyet Müdürü hemen kullandığı cep telefonunu açar. O mesajı henüz silmemiştir.
Bakar ve dehşetle irkilir. Yanlış yazılmış kelime orada durmaktadır.
* * *
Bu polis yetkilisi, halen Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevini yürüten Hanefi Avcı’dır.
Devletin bir bölümü, uzun yıllar istihbarat görevleri yapmış, Emniyet’in en üst mevkilerine gelmiş bir elemanını dinlemektedir.
Bunun üzerine İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan randevu alarak durumu anlatır.
Beşir Atalay, “Ben niye dinleteyim, üstelik bu işleri hiç de sevmem. O zaman burayı denetletelim” der.
Hanefi Avcı, “İsterseniz yazılı müracaatta da bulunabilirim” diye cevap verir.
O gün Bakan hakkındaki izlenimi şudur:
“Bakan’ın her halinden, bu tür işlemlerden rahatsız olduğu belli oluyordu.”
Daha sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin ve Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’dan randevu alıp durumu anlatır.
6 Ocak 2010 günü Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal’a gidip durumu izah eder.
Emniyet Genel Müdürü, Cemaat’in olduğu bilinen bazı gazetelerdeki çıkan övücü yazıları kastederek, “Ben de Cemaat’in senin yıldızını parlatmaya çalıştığını zannediyordum” der.
Avcı’nın son durağı Adalet Bakanı Sadullah Ergin’dir.
12 Ocak 2010 günü ona çıkar ve illegal dinlemelerle ilgili bilgilerini aktarır.
Bakan isimsiz dinleme izni alınamayacağını söyler. Avcı ısrar edince, onun yanından Telekomünikasyon İletişim Başkanı Fethi Şimşek’i arar.
Şimşek şu cevabı verir:
“Adli dinlemelerde isimsiz izin verilmiyor. Ancak istihbari dinlemelerde çok sayıda izinsiz dinleme oluyor.”
Hanefi Avcı bu durumun incelenmesi için dilekçe vereceğini söyler.
Bakan, geçmişinden dolayı kendisini sevdiğini, adının yıpranmasından endişe ettiğini anlatıp, “Sen dilekçe verme, biz bunu inceletelim” der.
Ancak Hanefi Avcı, “Hayır mahsuru yok, dilekçem işleme konsun” diye ısrar eder.
* * *
Bu olayı, Hanefi Avcı’nın, Türkiye’nin ortasına bomba gibi düşen “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabından aktardım.
Hanefi Avcı, “Sistem cinnet geçiriyor. Bir avuç insanın devletle, sistemle nasıl böyle oynayabildiğini aklım almıyor. Bu kişilerin yaptıkları ortaya çıkarsa bunun hesabını nasıl vereceklerini düşünüyorum” diyor.
Kimdir bu satırları yazan insan?
“Askerci” mi, “darbeci” mi, “Ergenekoncu” mu?
Türk Emniyeti’nin en önemli istihbarat yetkililerinden biri. Halen görevde. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevini yürütüyor.
Kapıkule’deki yolsuzlukları ortaya çıkaran insan.
Peki eski Derin Devlet’in adamı mı?
28 Şubat’ta askerlerin yaptığı bazı işleri ortaya çıkardığı için yargılanıp içerde yatmış.
Hatta o dönemde askerler tarafından “Fethullahçı” olarak nitelenmiş.
Yani “askerci” değil. Susurluk’un deşifre edilmesinde epey rol oynamış biri.
Anlayacağınız kimse çıkıp onu “darbecilik”, “askercilik”, “Ergenekonculuk” vs ile suçlayamaz.
* * *
Kitaptaki iddiaların doğru olup olmadığını bilemem.
Ama yazılanların bir bölümü son iki yılda kamuoyunun en azından bir bölümüne “kesin kanaat” olarak yerleşmeye başlayan şeyler.
Tanıdığım Fethullah Gülen’in iddialarda yer alan ilişkilerin içinde olacağına ihtimal vermem.
Başbakan’ın da bu tür ilişkilere tevessül edeceğine de ihtimal vermem.
Ama konuşan kişi de, herhangi bir insan değil.
Bu kitap bugün olmasa da, üç-beş yıl sonra Ergenekon tipi çok büyük bir başka davanın iddianamesi haline dönüşebilir.
O nedenle Hoca’nın bu kitabı dikkatle okumasını ve kendi arkasına saklanıp ateş eden birilerinin bulunup bulunmadığını incelemesinde yarar var diye düşünüyorum.
Ergenekon davası, bütün hatalarına rağmen Türk demokrasisinin rayına oturmasına tarihi bir katkıda bulunuyor.
Ama kitapta yazılan ilişkilerin bir bölümü bile gerçekse, davanın itibarına ve meşruiyetine de büyük gölge düşürecektir.
Paylaş