GEÇEN cumartesi günü yazımın başlığı şöyleydi:"Faso fiso bombaları..."
Özeti de şuydu:
"Biz, Susurluk çetesinin üzerine giderken, bunlara faso fiso diyenler, bizlere "Gulu gulu dansı yapıyor" diye yüklenenler, şimdi kalkmış bu bombaları soruyorlar."
Herkesin anlayacağı kadar net ve açık bir ifade ile yazmıştım.
Pazar günü ve dün hayretler içinde gördüm ki, bazı kimseler, bu sözleri "Gölbaşı’nda bulunan bombaları küçümsüyorum" biçiminde yorumlamış.
Hayret ediyorum.
Ben, yani iki hafta arayla iki defa bombalı saldırıdan kurtulan ben, bir takım karanlık insanların sakladıkları bombaları küçümseyeceğim.
Öyle mi...
* * *
1992 yılında Kanlıca’da, Sedat Simavi’nin mezarı başında anma töreni yapacaktık.
Doğan Hızlan’la birlikte erken gittik ve Kanlıca’da bir kahve içmeye karar verdik.
Mezarlığa gitmek üzere kalktığımızda kar yağışı başladı ve arabamın tekerlekleri patinaj yaptı.
Yukarı doğru tırmanırken üç dört dakika geciktik.
Tören saat 10’da başlayacaktı ve biz mezarlığın kapısına ancak saat 10.02’de ulaşabildik.
Tam kapıdan girerken biraz aşağıda Sedat Simavi’nin mezarında büyük bir patlama oldu.
Bir ağaç kökünden sökülüp devrildi.
Bir yıl önce tören yaptığımız yerin tam altına saat ayarlı bomba konmuştu.
Gecikmeseydik, başyazarımız Oktay Ekşi de dahil, bugün hiçbirimiz hayatta olmayacaktık.
Bundan iki hafta sonra bu defa Hürriyet’in Ankara bürosunun önünde bomba patladı.
* * *
Hayatım boyunca teröre karşı mücadele ettim.
O yüzden de hep terör örgütlerinin hedefi oldum.
Hürriyet’in benden önceki genel yayın yönetmeni terör kurbanı oldu.
O nedenle, eline bomba alan, silahla bir şeyleri devirmeye kalkan herkesin karşısında yer aldım.
Gençliğimde de hiçbir kanun dışı eylem içinde yer almadım.
Hiçbir silahlı mücadele grubunu desteklemedim, sempatizanı olmadım.
Bu dünyada bombayı benden daha fazla kimse ciddiye alamaz.
Çünkü bombalı terörün ne olduğunu yaşayarak öğrendim.
* * *
Dün akşam Sincan’da yapılan kazıda ele geçirilen mühimmatı hep birlikte gördük.
Bu görüntünün hiçbir analize ihtiyacı yok.
Eğer böyle bir mühimmat birileri tarafından toprağın altına gömülmüşse bunun mutlaka bir izahı olmalıdır.
Bu amacın, hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde ortaya konması ve devletin bilgisi dışında karanlık bir amaca hizmet için saklanmışsa, sorumluları bulunup mutlaka cezası verilmelidir.
Devletin, polisin, yargının bunun üzerine gitmesine kimsenin de itirazı olamaz.
Zaten olmaz da...
Bir takım adamlar böyle bir cephaneyi toprağın altına gömmüşse bunun karanlık bir nedeni var demektir.
Ergenekon davasının önemi işte bu noktada ortaya çıkıyor.
Başından beri hep aynı şeyi söyledik.
Bu davanın, bir takım şahsi hesaplaşmaların, intikam duygularının, muhalefeti sindirme çabalarının esiri olmamasına herkesin azami dikkati göstermesi gerekir.
* * *
"Faso fiso" derken bunu anlatmaya çalıştım. Susurluk o dönemde faso fiso değildi.
Bugün bulunan silahlar, çeteleşme girişimleri de faso fiso değildir.
İşte bunu anlatmaya çalıştık.
Araştırma ve dava bu iz üzerinde sürdüğü sürece bütün kamuoyunun tam desteğini alacaktır.
Soruşturmaya bu zihniyet hakim olursa, Susurluk’ta yarım kalan süreç de tamamlanabilir.