Paylaş
EŞCİNSEL nasıl bir varlıktır? Kuşadası'nda gemiden el ele inen o insanlar mıdır? Kadın kıyafetinde, makyajlı, biraz, hatta birazdan da ağır bir kitch görüntü müdür?
Yoksa insanın ille de dışına yansımayan gizli bir arka odası, ne bileyim mahremi midir?
* * *
Benim küçüklüğümde mahallenin eşcinseli, kadın gibi konuşan, kıvırta kıvırta yürüyen bir oğlandı.
Ama şimdi anlatacağım eşcinsel arkadaşım çok farklı bir insandı.
Onun eşcinsel olduğunu biliyordum.
Herkes biliyordu.
Aynı binada çalışıyorduk.
İş dışında da sık sık bir araya geliyorduk.
İnsan tuhaftır.
Onu ne kadar ‘‘normal’’ kabul etseniz bile, içinizdeki kontrol edemediğiniz hergele bir yanınız, orasını burasını kurcalar.
Onun bir hareketinde, bir sözünde, ne bileyim bir mimiğinde eşcinselliğin klişelerini ararsınız.
* * *
Zaman zaman ben de arardım.
Sigarayı tutuşuna dikkat ederdim.
Bir kelimeyi telaffuz edişine takılır, bir şeyler keşfetmeye uğraşırdım.
Mesela, yüzüğün parmağında duruşuna anlam vermeye çalışırdım.
Zaman zaman bir kelimeyi telaffuz edişinde, vurgusunda çok hafif bir silueti yakalar gibi olurdum.
Ama çok çabuk geçerdi.
Yakaladığım o çizgilerin ömrü, manolya çiçeği gibi bir anlıktı.
Ya da bilemediniz bir erguvan ömrü...
Veya ben bu gözlemciliğimi çok uzun sürdüremezdim.
Yakalanacağım korkusuyla hemen o mahalden uzaklaşırdım.
* * *
Yazardı.
Çok hayran olduğum bir yazar.
Hiç olmazsa hikáyelerinde bu çizgiyi yakalayabilir miyim diye çok satır araları okumaya çalıştım.
Ben çıkaramadım...
Ama, uzman şifre çözücüler ‘‘Vardı’’ diyor.
Yıllarca birlikte çalıştık.
Zamanla onun yüzünde ve hareketlerindeki gizli şifreleri çözmeye çalışmaktan vazgeçtim.
* * *
Oysa bir başka dostum, bana bu işin sırrını çıtlatmıştı.
‘‘Onları bakışları değil, bakmayışları ele verir’’ demişti.
Gerilere dönüp, o kareleri tekrar tekrar gözümün önüne getiriyorum.
O post mortem bakmayışları yakalamaya çalışıyorum.
Ama gözümün önüne hep güzel bakışlar geliyor.
O bakışlarda sadece dostluklar, güzellikler görüyorum.
Herhalde ben iyi bir dekoder değilim diye bu mütecessis arkeolojiye son veriyorum.
Herhalde gizli bir dünyası vardı.
Mutlaka vardı.
Herhalde o ikinci, belki de asıl hayatında daha kolayca fark edilecek, hatta fark edilmemesi mümkün olmayan derin çizgileri vardı.
Herhalde o hayatta kendini bakmayışlarla değil, bakışlarla, kendi bakışlarıyla anlatabiliyordu.
Herhalde her gün bir hayattan ötekine gidiş dönüş abonman biletleri vardı.
Ama biz gündüz insanları, onun gece mahremiyetlerine hiçbir zaman giremedik.
Merak da etmedik.
Bütün tecessüsümüz, işte o farklı ifadeleri görme hududunda kaldı.
Yıllar bu gündüz arkadaşlıklarıyla geçti.
O daha ziyade sessiz, bizlerse daha gürültücü...
O daha senyör, bizler ise biraz daha alelade.
Zamanla her şey unutuldu.
Ama itiraf edeyim, yıllarca küçük ve hınzır bir soruyu kendi kendime sansürledim.
Sonra bir gün sordum.
Ama ona değil, kendime.
Acaba o iki hayattan hangisinde rol yapıyordu?
Gece mi, yoksa gündüz mü?
* * *
O, göçmüş kediler bahçesinin solgun, pastel bir çiçeğiydi.
Şimdi bir Müslüman mezarlığının tenha parsellerinden birinde yatıyor.
Nur içinde yatsın...
Paylaş