Paylaş
Türkiye’de post-fashion döneminin öncüleri
ÖNCEKİ hafta Bebek Koyu’na bakan bir atölyede yeni tasarımın iki temsilcisiyle yemek yedim.
Biri, yıllardır büyük takdirle izlediğim Hüseyin Çağlayan’dı.
Arte televizyonunun yayınladığı 3 bölümlük harika Fashion dizisine giren isimlerden biriydi. Tek Türk diyemiyorum, çünkü Çağlayan’ın kariyerine baktığımda onun için İngiliz demek daha doğru.
* * *
Masadaki üçüncü kişinin adını belki duymadınız ama bundan sonra duyacaksınız.
Kadri Soygül, Boğaziçi Üniversitesi mezunu genç bir işadamı.
İş hayatına, daha öğrenciyken Club Med’lerde çalışarak başlamış.
Şimdi VSP isimli bir marka yarattı.
Açık adı “Very Special Pieces of Vespucci”.
Yani “Vespucci’nin çok özel parçaları”.
Geçenlerde Paris’in Marais semtinde bu markanın ilk mağazasını açtı.
Mağazanın tasarımı Paris’te epey ses getirdi.
* * *
VSP Paris mağazasının açılışını Hüseyin Çağlayan’ın bir koleksiyonu ile yaptı.
Deri ile özel kumaşın harika bir bileşimi.
Gerçekten biricik ürünler.
VSP’nin kataloglarını bir bienal gibi uzun uzun seyrettim.
Ürünleri için “Modest luxury” yani “Mütevazı lüks” diyorlar.
Ama bence bu VSP koleksiyonlarını asıl tarif eden kavram “post-fashion”, “moda ötesi” kavramı.
* * *
Kataloglarda manken konseptinde önemli bir devrim var.
Bütün parçaları aynı manken, aynı duruş ve yüz ifadesi ile sergiliyor.
Böylece farklı bir karşılaştırma imkânına sahip oluyorsunuz.
VSP katalogları bana, Vogue, Cosmopolitan, Elle, Marie Claire dergilerinin dışındaki kulvarları hatırlattı.
Yani WAD gibi yeni dergileri.
Erkek bedeninde post-David dönemi
CİNSEL hayatın yeni cazibe ve teşhir merkezi erkek bedeni oldu.
Asırlar boyunca erkek bedeninin teşhir pozunu Michelangelo’nun David heykeli etkiledi.
Erkeğin göğüs kaslarını, baklava karnını, poposunu bütün gücüyle teşhir eden bu poz hâlâ geçerli.
Ama erkek bedeninin “yepyeni halleri” de ortaya çıkıyor.
* * *
Son zamanlarda birçok dergide, erkeğin “bend it” pozlarını görüyorum.
Erkeğin “body” olarak cansız manken hali galiba geride kalıyor.
Bunun yerine erkek bedeninin nereye kadar kıvrılabileceğini, hareketin sınırlarını gösteren pozlar alıyor.
Son zamanlarda çok sevdiğim WAD dergisi genç bir dansçı olan Rauf Yasid’in çok ilginç fotoğraflarını yayınladı.
Erkek bedenini, iticilik sınırına kadar zorlayan bu pozlar bana başka bir şeyi anlatıyor.
* * *
Bedenimiz bu kadar esnek olabiliyorsa, kafa yapımızın hâlâ David gibi hep aynı ve hep cansız haliyle kalması doğru mu...
Yaşım, artık gövdemi ‘bend it’ haline getirebileceğim çizgiyi çoktan geçti.
Ama Allah’a şükür ediyorum ki kafam hiçbir zaman David gibi poz vermedi ve hep ‘bend it’ halinde kaldı.
* * *
Pozları küçümsemeyin.
Bu pozları verirken, mesela pantolonunu Galliano tasarımlamış.
Tişörtünü Eleven Paris, Hoodie ve maskeli kazağını Space Monkey, kazağını Komakino tasarımlamış.
Eminim bu trend yakında heykeltıraşlara da yansıyacak. Ve erkek bedeninin esneyen halleri, yeni bir estetik yaratacak.
İnsan yüzünde post-Tatlıtuğ dönemi
SON zamanlarda hangi dergiyi açsam onun yüzünü görüyorum.
Uzun uzun baktıktan sonra onu tarif etmek için bulabildiğim kavram şu oldu:
“Yabani hüzün...”
Ne demektir bilmiyorum ama şu an sinemada yükselen yüz onunki.
1982 doğumlu bir İngiliz.
Eğitimi, Eaton, Trinity ve Cambridge güzergâhından geçmiş.
Son yıllarda Richard Burton ve Dirk Bogarde gibi yüzüyle oynayan İngiliz geleneğini canlandıran yeni aktörler kuşağının son temsilcisi.
Hemen hepsi Shakespeare geleneğinden geçmişler.
Onu ilk defa “The Other Boleyn Girl” filminde seyretmiştim.
Sonra “Marilyn ile Bir Hafta” filminde dikkatimi çekti.
Son olarak da “The Theory of Everything” filminde Stephen Hawking’i oynadı.
Dirk Bogarde oynarken gözümü yüzünden ayıramazdım.
Bu çocuk da öyle...
Eddie Redmayne, Post-Kıvanç Tatlıtuğ dönemi çocuklarından biri.
Bir derginin logosunu silip sadece adını yazdıran adam
GEÇENLERDE D&R mağazasında dergilere bakarken bir kapak dikkatimi çekti.
Kapakta derginin logosu görünmüyordu.
Üzerinde bold harflerle yazılmış bir isim vardı.
Christopher Nolan...
O ismi görünce elim otomatik olarak uzandı ve dergiyi aldı.
Fark ettim ki sadece o ismi görmek bile dergiyi almam için yeterli bir nedendi.
Elime alınca derginin ne olduğunu fark ettim.
Son yıllarda dijital âlemin en etkili kültür dergisi Wired’dı...
İki konuda doğru düşündüğümü anladım.
BİR: Kendine güvenen markalar, büyük isim markalarla işbirliği yapmaktan korkmuyor.
İKİ: Bir insanın hayatındaki en önemli marka, kendi ismi.
Hatırlıyor musunuz, önceki haftalarda “Heykeli dikilecek adam” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Hiç mütevazı davranmayacağım.
Haklıymışım...
“Interstellar” filmi ile dünyayı konuşturan Christopher Nolan, Wired’ın son sayısının misafir editörü olmuş.
Büyük bir ilgiyle okudum.
Paylaş