Paylaş
“Dünyanın en sempatik tabutçu paparazzisi...”
Ve yazıya şöyle başlamıştım:
“Sakın ola başlıktaki ‘tabutçu’ lafına takılmayın.”
*
Bugün çok üzgünüm...
Çünkü bir magazinci olarak, Türkiye’nin en sempatik en renkli magazincilerinden birini kaybettik...
Adı Zozo Toledo’ydu...
Ama aslında ne adı Zozo’ydu...
Ne de soyadı Toledo....
Ama şu var, gerçek adını da hâlâ bilmiyorum...
Bildiğim şu:
İspanya göçmeni, bir Türkiye Yahudisi olarak 1937’de İstanbul’da dünyaya gelmişti...
Bir Tophane çocuğuydu...
Yedi yaşında babasını kaybedince, annesi onu Rum yetimhanesine vermiş...
13 yaşına kadar orada kalmış ve Rumcayı bir İstanbullu kadar iyi konuşacak şekilde orada öğrenmiş...
*
Türk medyasına “paparazzi” kavramını getiren fotoğrafçıydı...
Aslında fotoğrafçı da değildi....
Adada yapılan bir güzellik yarışmasına girebilmek için bir fotoğrafçının yanına takılmış, kendini gazeteci olarak göstererek yarışmayı izlemişti...
*
Türk paparazzi ve magazin tarihinin bu çok renkli insanını önceki gün kaybettik....
Benim için magazin tarihinde bir dönemin sonudur....
Nur içinde yatsın.
Gelin size bu harika insanı biraz anlatayım.
DİNO RİSİ FİLMİNDEN FIRLAMIŞ BİR VİTTORİO DE SİCA VE TOTO
BEN onu Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olduktan sonra tanıdım.
Bir davette gelip “Ben Zozo” diyerek tanıttı kendini...
Kulağında küpesi, boynunda madalyonları olan bir adamdı...
İtalya’nın 1950’li yıllardaki Dino Risi filmlerinden fırlamış biri gibiydi...
Sorrento skandalındaki Vittorio De Sica ile Toto arasında komik bir tip yani...
Dünya sempatiği bir karakter...
TABUT ODASINDA HORTLAK GÖRÜNCE DİLİ TUTULMUŞTU
TABUTÇULUĞUNA gelince...
O nereden geliyor derseniz, onu da anlatayım.
13 yaşına geldiğinde Rum yetimhanesinden artık orada kalamayacağı söylenince bir Rum kadın onu evlatlık edinmiş.
Kadının kocası tabut yapan bir marangozmuş...
O da mesleği onun yanında öğrenmiş.
Hatta orada başına şöyle de bir olay gelmiş.
Bir gün boş tabutların bulunduğu yerde çalışırken bir başka çalışan arkadan sessizce gelip ona hortlak taklidi yapınca korkudan dili tutulmuş ve epey bir süre konuşamamış.
ŞEYTAN TÜYLÜ BİR ADAMIN BRİGİTTE BARDOT’LARI
DAHA sonra sinema salonlarında dondurma satarak hayatını kazanmış.
Bir insan için “Bunda şeytan tüyü var” denilebilirse, işte tam oydu.
Onu görüp de sevmemek mümkün değildi.
İşte o girişkenliği ile basın sektörüne girmiş.
Önceleri dönemin en önemli gazetesi Akşam’da çalışmış...
Oradan da Hürriyet’e geçmiş.
Hatta Hürriyet’in “Hafta Sonu” adlı magazin gazetesinde uzun yıllar çalışmış.
Paris, İstanbul ve Atina gece hayatında tanımadığı insan yoktu...
Brigitte Bardot’dan Sophia Loren’e, Sean Connery’ye hepsi ile tanıştı, fotoğraflarını çekti...
ALİKİ VUYUKLAKİ’NİN KOCASI KISKANINCA İSTANBUL’A DÖNDÜ
BİR zamanlar Yunanistan’ın Filiz Akın’ı diye bilinen Aliki Vuyuklaki, Orhan Günşiray’la film çekmek için İstanbul’a geldiğinde onun tercümanlığını yapmış.
Vuyuklaki dönüşte onu beraberinde Atina’ya götürmüş ama bir süre sonra kocası kıskanınca İstanbul’a dönmek zorunda kalmış.
Onun paparazzilik tarihinde Türk magazin tarihine efsane olarak geçmiş olaylar vardır.
MAGAZİN EFSANESİ
PRENSES SÜREYYA O ADAMLA GERÇEKTEN ÖPÜŞTÜ MÜ
ZOZO Toledo’nun hayatında bütün magazin dünyası için efsane sayılan bir olay var.
İran Şahı Rıza Pehlevi, çocuğu olmadığı için Farah Diba ile evlenmeye karar verdiğinde eski karısı Prenses Süreyya bir süre İstanbul’da yaşamaya başladı...
O sıralarda ünlü Topkapı filmi İstanbul’da çekiliyor.
Filmin oyuncularından biri de dönemin en önemli Alman aktörü Maximilian Schell...
Prenses Süreyya da Maximilian Schell’le arkadaşlık kurmuş.
Prenses Süreyya ve Maximilian Schell İstanbul’da.
Hürriyet muhabiri de onları öpüşürken fotoğraflamış.
Bunun üzerine Maximilian Schell Hürriyet muhabirine saldırmış ve onlar kavga ederken Zozo da onların fotoğrafını çekmiş.
Bu olay magazin tarihinde hep anlatılır ama ben kendi payıma o fotoğrafları hiç görmedim...
Genel yayın yönetmenliğim dönemimde çok aradım bulamadılar.
Dün yine sordum, yine bulamadılar.
Gerçekten var mıydı onu da bilmiyorum...
Eğer vardıysa gerçekten paparazzilik tarihinde bir milat olabilirdi.
TÜRK SOFT POWER’I YENİDEN YÜKSELİYOR DEDİM YA BUYURUN
ÖNCEKİ gece beni çok şaşırtan bir haber önüme düştü...
Los Angeles’ta yayınlanan Variety dergisi uzun yıllar Hollywood konusundaki en önemli haber kaynağıydı.
Halen de öyle...
Şimdi onun internet versiyonunun abonesiyim.
İşte o Variety önceki akşam bir dosya yayınladı.
“2020’nin en iyi uluslararası dizileri...”
Yani Amerikan dizileri dışındaki en iyi dizi filmlerden bir Top 20 yapmışlar....
İşte o listenin 1 numarasında bir Türk dizisi vardı.
“Alef”...
BluTV’de yayınlanan diziyi ben de gerçekten çok beğenmiştim.
Hatta bugüne kadar seyrettiğim en iyi Türk polisiyesi bile diyebilirim.
Yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı dizide Ahmet Mümtaz Taylan, Kenan İmirzalıoğlu ve Melisa Sözen oynuyordu....
Sufi bir tarikatın içinde işlenen seri cinayetleri anlatan dizinin müziğini de Mercan Dede yapmıştı.
Bir süredir diyorum ya...
Türk dizi sanayi dünyada yeniden yükselişe geçiyor...
Son 10 yılda, devlet olarak ağırlık verdiğimiz abartılı milliyetçi Osmanlı dizileri nedeniyle kaybettiğimiz “soft power” yani “yumuşak güç” bu sayede geri gelebilir.
EGE’NİN GERÇEK KOKUSU NEDİR
Çocukluğumda, yani koku alma duyularım henüz çok kuvvetliyken benim için Ege’nin kokusu ilkbahardaki papatya, çağla badem ve erik kokusuydu...
19 yaşımda ilk defa
Bodrum’a gidip bütün yaz boyunca “mandalin gazozu” içtiğimde Ege’nin kokusu bu dedim.
Daha sonraki yıllarda İstanbul’un Rebul kolonyasına bakıp lavanta çiçeğine takıldım ve “Ege’nin kokusu da lavanta” dedim...
Otuzlu yaşlarımda Lawrence Durrell’in “Acı Limonlar” (Bitter Lemon) kitabını okuyup ilk defa Kıbrıs’a gittiğimde tek başına limon kokusunu keşfettim. “İşte budur” dedim.
Ellili yaşlarımda ise deniz ve yosun kokusu geldi burnuma... Ege deyince hep onu hayal ettim.
2018’de ilk defa İtalya’nın Sorrento kasabasına gittiğimde tek başına limon kokusunu aldım ve nedense yine Ege’nin kokusu da budur diye kaldı aklıma...
Ve dün bir arkadaşımdan küçük bir yılbaşı hediyesi geldi.
Bir “Ethem Ruhi Kolonyası”...
Mandalina ve limon karışımından elde edilmiş harika bir kolonya...
İçime çektim ve kesin kararımı verdim:
“İşte Ege’nin gerçek kokusu budur...”
‘SEVDALI BAŞIM’ MI DAHA GÜZEL ‘LE METEQUE’ Mİ
ŞU sıralar pandemi depresyonuna girdi girecek başım, bunca memleket meselesi varken bakın nelerle uğraşıyor...
Önceki akşam Zülfü Livaneli’nin “Sevdalı Başım” şarkısını dinlerken, nedense aklıma 1970’li yılların ünlü şarkısı “Le Meteque” geldi...
Georges Moustaki’nin şarkısını benim neslimde sevmeyen pek az insan vardır....
Aklıma şöyle bir soru geldi.
Acaba Zülfü
Livaneli’nin “Sevdalı Başım” şarkısını Yves Montand veya Leo Ferre veya Serge Reggianni söyleseydi “Le Meteque” kadar tanınmış olmaz mıydı?
Bir de şu...
“Sevdalı Başım”ın sözleri kesinlikle “Le Meteque”in sözlerinden güzel...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin
Paylaş