Paylaş
“Dans etmek kalplerimizin konuşmasını duymaktır...”
*
Halay da bir danstır...
Dans literatüründeki adı “folklorik dans”tır...
-
Fanatikler danstan korkarlar... Aralarında “hayatında hiç dans etmemiş olmakla” övünenler vardır.
Korkmakta haklıdırlar... Çünkü dans, onları besleyen nefreti, bir ilkokul çocuğunun bembeyaz silgisi gibi yumuşacık dokunuşlarla siler...
Yok eder...
Çünkü Hint atasözünün dediği gibidir.
Dans eden insan, kalplerin konuşmasını duyar. O sesi duyunca, aradaki duvarları yıkar... Konuşmaya başlar...
Bir halaydan bile on bin nefret çıkarmayı başaranları da çok iyi anlıyorum...
İçgüdüleri onlara yaklaşmakta olan tehlikeyi haber verir... Çünkü el ele, omuz omuza halay çeken insanlar, günlük rızkını kin ve nefretten alan insanları ıskartaya çıkarır...
Şu fani dünyada işsiz kalırlar... Daha da önemlisi, işlevsiz kalırlar...
*
Halay sahneye çıkınca, nefret sahneden iner... Çünkü Mata Hari’nin dediği gibidir: “Dans, her hareketin kelime olduğu bir şiirdir...”
Kindar fanatik, danstan nefret eden zihniyet, varlığını nefrete borçlu kafa, şiiri de sevmez...
Korkutur şiir onu.
*
Vicki Baum diyor ki:
“Mutluluğun kısa yolları var ve dans bunlardan biri...”
Kindar fanatik mutluluğu da sevmez...
Çünkü mutluluk, kini siler süpürür...
*
Bana gelince... Şu halay çektiği için yerden yere vurulan bana...
Çocukluğumdan beri müzik ve dans benim hayatımın parçası, mutluluğumun aynasıdır.
Hürriyet’in Ankara yıllarında, rahmetli Esen Ünür ve Yavuz Gökmen, Nurcan Akad, Serdar Turgut, İsmet Solak...
Bir haber atlattığımız zaman mutlu olurduk...
Sonra da hepimiz ayağa kalkar, büroda dans ederdik...
*
Diyarbakır’a gittim...
Muhteşem bir serginin açılışına katıldım.
Diyarbakır’ın yaşama coşkusu beni çok etkiledi...
Şehirdeki hayat enerjisi bana çok moral verdi.
İnsanların sıcaklığı beni çok etkiledi...
Akşam yemekte Kardeş Türküler, Türkiye’nin her yöresinden harika parçalar çaldı.
Diyarbakırlı Kürtler, sergiye gelen Türkler halay çekmeye başladı...
Beni kolumdan tutup sahneye çağırdılar...
O akşam Diyarbakır beni mest etmişti...
Ülkem için çok mutluydum. Umutlanmıştım.
O duygularla çıktım ve dans ettim...
*
Peki bunca kıyamet koparan bu insanlara edecek birkaç kelamım yok mu? Yok...
Çünkü dans eden insanın, nefret tamtamından başka müzik bilmeyen birine derdini anlatması mümkün değil...
*
Ben ülkemin dört tarafında dans etmeye devam edeceğim...
Onlar da bildikleri tek müzik olan nefret tamtamlarını çalmaya devam etsin... İsteyen istediğini söylesin.
Kulağımda sadece Louis Horst’un şu sözleri var ve halayıma devam ediyorum: “Kendiniz için dans edin. Birisi anlarsa iyi. Eğer anlamazsa önemli değil. Sizi ilgilendiren şeyleri yapmaya devam edin ve ilginç olana kadar yapın...”
*
Aynen öyle yapacağım...
Bu ülkeye huzur ve barış gelinceye kadar zeybek oynamaya, horon tepmeye, vals yapmaya...
Ve özellikle de halay çekmeye devam edeceğim. Çünkü savaşmak için elimde nefret silahım yok...
İYİ Mİ... KRUVAZE TAKIM ELBİSEME DE TAKMIŞLAR
SADECE halayıma değil, elbiseme de takmışlar...
Diyorlar ki, kruvaze takım elbisesini de giymiş...
Doğru, sanat açılışlarına, konserlere takım elbise ile gidiyorum.
Diyarbakır’dan bir hafta önce, İstanbul’da Contemporary İstanbul’un açılış yemeğine de aynı takım elbise ile gittim.
Ahmet Güneştekin’in Viyana, Bakü sergilerinin açılışında da takım elbiseliydim.
Diyarbakır’a da aynı saygı duygusuyla gittim.
Tansu’nun emridir... Bütün cenazelere, bütün düğünlere takım elbise ve kravatla giderim.
Giydiğim elbise de öyle sandığınız gibi pahalı bir yabancı marka değildi.
Bir Türk tasarımcısı Milimetric’in diktiği elbiseydi.
Hayatımın son 10 yılında hep Türk markalarını giyiyorum...
Keyifle, gururla, beğenerek giyiyorum...
Ve gönüllü bir manken olarak gittiğim her yeri podyuma çevirerek bu markaları sergiliyorum.
MODA
KÖTÜ KARAKTERLERİN PODYUM REYTİNGİ NE
BALENCIAGA bu yıl fashion show yapmadı...
Yani yeni kreasyonlarını podyumda sergilemedi.
Onun yerine 5 dakikalık bir çizgi film yaptı...
Çizgi filmde de bence moda dünyasında devrim sayılacak bir riski göze aldılar.
Kendi ürünlerini göstermek için canlı mankenleri değil, çizgi filmin en kötü ailesi “Simpson”ları kullandılar.
Film, ailenin en kötü karakteri baba Simpson’ın hamakta yatarken içtiği biranın kutularını komşunun bahçesine attığı sahneyle başlıyor.
Sonra Balenciaga’nın tasarımcıları Simpson’ın karısı Marge’ın yaş günü için ona bir elbise dikiyorlar ve bütün aileyi Paris’e davet ediyorlar.
Müthiş bir çizgi film olmuş.
Peki en kötü karakterlerle yapılan bu filmin reytingi ne oldu?
Çok kısa sürede 5 milyon kere izlendi.
Yani arkadaşlar...
Hani sizin kötü karakter sandığınız tipler var ya...
Bilin ki reytingleri çok yüksek...
COVID-19 POZİTİFİM
FOTOĞRAF ÇEKTİRİRKEN BİLE MASKE TAKIYORDUM AMA
CÜNEYT Özdemir dedi ya...
“Bu kadar kötü halay çeken birini polis tutuklamalı...”
Polise gerek kalmadı, COVID-19 kelepçeledi.
İlk işaret bir hapşırıkla başladı.
Hafif bir burun çekme... Hepsi o kadar...
*
Diyarbakır’dan döner dönmez bir test yaptırdım. COVID-19 pozitif çıktı...
Yani Covid’im...
*
Durumum şu:
Ateş 36.6-36.8 arası gidip geliyor. Burnumun akması durdu.
Herhangi bir ağrım, halsizliğim yok. Koku alma duygum yerinde...
*
Arkamda ise şu var:
İki Sinovac aşısı...
İki BioNTech aşısı...
Ancak ikinci aşıyı bir hafta önce yaptırmıştım.
*
Diyeceğim...
İki aşı yaptırsanız da maskenizi çıkarmayın.
Ben Diyarbakır’da maskeyle dolaştım.
Fotoğraf çektirirken bile maskemi çıkarmadım. Acaba halay çekerken mi yakaladı derseniz, daha önce kapmış da olabilirim.
26 Ekim gecesi New York’ta yapılacak Ahmet Ertegün’ü anma gecesine katılamıyorum.
Oysa o kadar hazırlamıştım ki kendimi o geceye..
ÇOK SEVDİĞİM İKİ KADINI BİR ARAYA GETİREN ŞARKI
BANA göre Türk magazininin kraliçesi Şenay Düdek’tir...
Geçen hafta beni arayıp sitem etti.
Ajda Pekkan’ın “Bi’ Tık” adlı şarkısını yazmıştım.
“Söz yazarı ve bestecisini unutmuşsun” dedi.
Doğru...
Şarkının sözü ve bestesi Şehrazat’a ait...
Sezen Aksu’ya verdiği “Su Gibi” şarkısını çok sevmiştim ve yazarken Şehrazat’tan da söz etmiştim.
“Bi’ Tık” harika bir işi başardı.
Ajda Pekkan ile Şehrazat’ın arası bir ara pek iyi değildi.
Bu şarkı onları tekrar bir araya getirdi.
Şehrazat o zamanlar şöyle bir şey demişti:
“Ajda’mla kaldığımız yerden daha da güçlenmiş dostluğumuza devam etmekteyiz ve ölene kadar da edeceğiz.”
ŞEHRAZAT
BİR SOYAĞACI: CAZCI DA VAR, HARBİYE NAZIRI DA
ŞEHRAZAT ilginç bir isim. Ama o ismi izah eden zengin bir soyağacına sahip. Babası Türkiye’nin ilk madencilerinden, Maden Kralı lakaplı işadamı Siham Kemali Söylemezoğlu...
Dedesi Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa.
Dedesinin babası ise Rumeli Beylerbeyi ve Konya Valisi Derviş Ali Kemali Paşa’dır ve Mevlânâ Türbesi’nde yatmaktadır.
Annesi Sevinç Tevs Türkiye’ye caz müziğini getiren, ünü uluslararası medyaya taşınmış ilk Türk caz şarkıcısı olarak kabul edilen bir sanatçı...
Akrabaları arasında Turgay Şeren gibi efsane futbolcular ve Hülya Koçyiğit gibi sinema efsaneleri de var. Babası ve akrabalarının büyük çoğunluğu Galatasaray Lisesi mezunu.
*
İngilizce ve Fransızcayı çok iyi düzeyde biliyor.
Dokuz yıl Beyrut’ta yaşadığı için Arapçayı da çok iyi konuşuyor.
ÇOK DİNLEDİĞİMİZ ŞEHRAZAT ŞARKILARI
ÜNLÜ olmuş şarkıları arasında şunlar var:
Gülben Ergen: “Ben Sana Abayı Yaktım”, “Elveda” , “Fıkır Fıkır”
Demet Sağıroğlu: “Kınalı Bebek”
Aşkın Nur Yengi: “Hesap Ver”
Ayşegül Aldinç: “Alimallah”
Ajda Pekkan: “Aşka İnanma”, “Aynen Öyle”, “Flu Gibi”, “Eline Gözüne Dizine Dursun”
Nilüfer: “Beni Mi Buldun”, “Namussuz Akşamlar”
Paylaş