Eişmden kopardığım izin

EŞİM Tansu, ev dekorasyonu konusunda minimalist duygulara sahiptir.

"Minimalist" dediysem, gerçekten öyledir.

Yani evimizde çok az eşya vardır.

Ne kadar mı az?

Şöyle bir anekdotla cevap vereyim.

Ayaspaşa’daki evimizi dekore ettikten kısa süre sonra, dönemin ANAP Lideri Mesut Yılmaz ve eşini yemeğe davet ettik.

Mesut Bey eve girdikten sonra etrafa ve manzaraya göz atıp sordu:

"Eviniz çok güzel, eşyalarınız ne zaman geliyor?"

Anlayacağınız evimizde, bir siyasi parti liderini şaşırtacak, hırsızları ise bedbaht edecek kadar az eşya vardır.

* * *

Bu minimalist tavırdan duvarlarımız da payına düşeni alır.

Daha doğrusu almaz...

Çünkü eşim duvarlara tablo veya obje asma konusunda da çok minimalisttir.

Özel dostluklarımızı da yansıtan Ralph Steadman, Roland Topor, Jiri Slava gibi kara mizahın büyük isimlerinin birkaç taşbaskı eseri ve birkaç ressam.

Duvarlarımızın bütün sanatsal zenginliği budur.

Geçenlerde durup dururken eşime, "Ben bir Yalçın Gökçebağ tablosu istiyorum" dedim.

Yalçın Gökçebağ’ı 1970’li yılların sonunda Ankara’da tanıdım.

TRT’de çalışan, kendi halinde naif tablolar yapan bir ressamdı.

O yıllarda naif ressamlara düşkünlüğüm yoktu.

Çevrem, estetik anlayışı epey sivrilmiş insanlarla doluydu.

Yani çoğu Yalçın Gökçebağ denince dudak bükerlerdi.

Buna karşılık, özellikle solcu arkadaş çevremdeki insanların çoğunun evinde mutlaka bir Mustafa Ayaz ve Yalçın Gökçebağ tablosu bulunurdu.

Durup dururken neden içime böyle bir duygu geldi, onu da hiç anlamadım.

Ama evimin duvarında Yalçın Gökçebağ’ın bir tablosu bulunsun istedim.

Hayret...

Tansu da itiraz etmedi.

* * *

Dün sabah gazeteye geç geldim.

Evde güzel bir Lapsang Souchon çay demlendi.

Chris Botti’nin son albümü "To love again"i koydum.

Gözüm Gökçebağ’ın tablosuna takıldı.

Denize doğru inen mandalina bahçelerinin arasından bir ev görünüyor.

Cıvıl cıvıl renkler.

İnsana çok tuhaf duygular veriyor.

Geçmiş mi, şimdiki an mı?

Yaşanmış olana mı, yoksa yaşanamamış olana mı?

Nasıl bir sıla duygusudur çıkaramadım.

Tabloya uzun uzun baktım ve kendi kendime "İyi ki almışım" dedim.

Sonra, sanat üzerine derin bir düşünceye daldım.

* * *

Bundan beş-on yıl öncesine kadar evimin duvarına bir Yalçın Gökçebağ tablosu asmayı doğrusu hiç düşünmezdim.

Belki de bazı arkadaşlarım "Ne der" diye düşünürdüm.

Uzunca bir zaman var ki artık böyle duygulardan, korkulardan kurtuldum.

Kurtulunca sanata da başka türlü bakmaya başladım.

Artık benim için Yalçın Gökçebağ büyük bir ressam.

O tablo bana sanatın, sıla hasretini tedavi gücünü her gün yeniden ispatlıyor.

Artık kimseyi "Ankaralı ressamlar" falan diye kategorize etmiyorum.

Balaban’ı sevmeyi anlıyorum.

* * *

Peki "Sanattan anlamak" diye bir şey yok mu?

İstanbul Modern’e, ne bileyim Sabancı Müzesi’ne girebilen ressamların ötekilerden hiç farkı yoktur diyebilir miyiz?

Elbette diyemeyiz.

Elbette bir Paul Klee’nin, bir Picasso’nun, Leonardo da Vinci’nin farkı vardır.

Çok büyük farkı vardır.

Ama bir de hepimizin kendi şahsi müzeleri var.

Yani evleri.

Oraların "büyük ressamlarını" belirleme hakkımız olmalı değil mi?

Benim için durum böyle.

Evimizin en büyük küratörü Tansu.

Şimdi o müzede bir Yalçın Gökçebağ tablomuz var.

Eşim ve ben, bu minimalist müzede mutlu şekilde yaşıyoruz...
Yazarın Tüm Yazıları