Paylaş
Hayır hayır, geçirdiğim COVID-19 yüzünden değil.
Tam aksine cumartesi günü yapılan test negatif çıkmıştı.
Yaptırdığım 4 aşı sayesinde hafif bir nezleden bile hafif geçmişti.
Uykusuzluğumun nedeni 10 Büyükelçinin istenmeyen insan ilan edilmesi de değildi...
Nedeni, benim gibi bir spor manyağı için, tarihte az görülecek bir derbi gecesi olmasıydı...
Düşünebiliyor musunuz?
Gece, saat 17.15’te Barcelona-Real Madrid maçı ile başladı.
El Clasico yani... Sadece İspanya değil, belki de dünyanın bir numaralı derbisi...
18.30... Manchester United-Liverpool derbisi...
Bana göre Premiere League’in en önemli maçı...
Saat 19.45... Roma-Napoli maçı...
Mourinho’nun egosu ve iddiası, Napoli’nin ihtirasına karşı...
Biraz sonra Juventus-Inter. Yani İtalya’nın Fenerbahçe-Beşiktaş maçı...
Biraz sonra saat 22’de PSG-Marsilya...
Fransa’nın en önemli maçı...
Aynı saatlerde Athletico Madrid-Real Sociedad...
O da Beşiktaş-Trabzon...
Ve tam o saatte ABD’nin Austin kentinde Formula 1 yarışı...
*
Fenerbahçe maçını saymıyorum çünkü bunların yanında çok basit kalıyor...
Zaten seyretmedim... Önümde Ipad açıktı, oradan zaman zaman umutsuzca göz attım.
*
Az rastlanacak, tarihi bir futbol gecesiydi...
Ama emin olun, sporu çok aşan bir geceydi...
Siyasetçiler için de derslerle dolu çok çarpıcı olaylar seyrettik...
O nedenle bu geceyi benim gözümden izleyin istedim.
Futbolla ilgili değilseniz bile lütfen bir göz atın...
Nasılsa bütün öteki köşeler siyasetle, 10 büyükelçi olayı ile, dolar kuru ile dopdolu...
BİR DÖNEMİ KAPATIP BİR DÖNEMİ AÇAN TEKME
BANA göre pazar gecesi Avrupa ve Dünya futbol tarihinde bir dönemin kapanış seremonisiydi.
Bir tekme, perdeyi kapattı.
Manchester United kendi sahasında hezimete uğruyor.
Maçın daha birinci devresi bitmemiş ve skor 4-0...
Old Trafford stadı şok yaşıyor.
Liverpool neredeyse her gelişinde bir gol atıyor...
Geçen hafta yazdığım Salah Muhammed, Old Trafford tarihinde ilk defa ‘hat trick’ yapıyor. Yani üç gol atıyor...
Ve taraftarın büyük umutlar bağladığı Ronaldo öyle bir şey yapıyor ki...
Hem taraftar gözündeki itibarını hem kendini bitiriyor.
Sinirini rakip futbolcudan alıyor ve yerde yatan Liverpoollu oyuncuya resmen tekme atıyor...
Serbest vuruşta, penaltıda duran toplara yaptığı vuruşlarla tarihe geçen Ronaldo, bu defa yerde yatan futbolcunun karnındaki topa şut atıyor...
Kesin kırmızı kart verilmesi gereken bir hareket. Yine de sarıyla yırtıyor.
Karşısında ise Salah Muhammed, hem oynadığı top, hem zarafeti ile zirveye otururken...
Adı “Hıristiyan” olan Cristiano Ronaldo oturduğu zirveden dibe vuruyor.
Pazar gecesi Old Trafford, dünyanın megalo egolarına mezar oldu...
Ne oldum deme ne olacağım diye düşün...
İşte herkes için bu cümlenin gecesiydi.
KULÜBE DİYONİZYAKLARINA İKİ MAÇTA ÜÇ KIRMIZI KART
FUTBOLUN bu tarihi gecesinde 3 teknik direktör hakemlerden kırmızı kart görüp hem tribüne, hem de tarihe geçti.
Gelin gecenin üç diyonizyak menajerini tanıyalım.
*
Roma’nın Teknik Direktörü Jose Mourinho... Gerçi Portekizli ama o da Akdeniz’in parçası sayılır.
58 yaşında, Setubal doğumlu... Lizbon’a 48 km ötede. Biraz güneye inip Cebelitarık’ı dönersen Akdeniz...
Şaraba olan düşkünlüğü biliniyor...
Napoli Teknik Direktörü Luciano Spalletti... 62 yaşında... Certaldo’da doğmuş. Yani Toskanalı, yani şarap bölgesinden gelmiş.
Inter Teknik Direktörü Simone Inzaghi... 45 yaşında... İtalya’nın Fransa sınırına yakın Piacenza şehrinde doğmuş. Yani Po nehrinin kenarından.
*
Üçü de İtalyan ligi Seri A takımlarının teknik direktörü.
Üçü de Akdeniz karakterine sahip teknik direktör.
Üçünün de egoları kuvvetli...
Üçü de kulübeyi boks ringine döndüren teknik direktör.
*
Nietzsche, Akdeniz toplumlarının “Diyonizyak karakter”e sahip olduğunu, Akdeniz’in, duygusallığın ego olarak fışkırdığı insanların coğrafyası olduğunu söylüyor.
Karakterlerini Dionysos’dan, yani şarap ve bağ tanrısından aldıklarını iddia ediyor.
Buyurun ispatı...
Pazar gecesi İtalya’da diyonizyak teknik direktörlerin öfke patlaması yaşadığı geceydi.
Üçü de maçı berabere bitirdi.
APOLLONCU TEKNİK DİREKTÖRLERİN TRAJEDİ VE ZAFER STRESİ TESTİNİN GECESİ
İNGİLTERE Premiere Ligi’nde ise tamamen zıt iki teknik direktörü seyrettik.
Biri Manchester United’in Teknik Direktörü Ole Gunnar Solskjaer’dı..
48 yaşında...
Norveç’in Kristiansund şehrinde doğmuş.
Norveç’in batısında bir şehir. Tam anlamıyla Nordik...
Tribünde, Manchester United’ın efsane Teknik Direktörü Sir Alex Ferguson oturuyor. Onun önünde aşağılanmışsın...
Sahada, Ronaldo yerde yatan oyuncuya tekme atarken, o boş şişeye bile tekme atmıyor... Yüzünde bir nefret ve öfke ifadesi yok...
Hezimeti bütün ağırbaşlılığı ile taşıyan bir Kuzeyli...
Hezimet, stres testinden başarıyla geçiyor.
*
Karşısında Liverpool Teknik Direktörü Jurgen Klopp... 54 yaşında... Stuttgartlı...
Tam bir Alman yani...
Zaferden zafere koşan bir teknik direktör...
Fenerbahçe’yi Saracoğlu’nda hezimete uğratan bir Fatih Terim düşün... Veya tersi bir Pereira...
İşte o seviniyor ama ölçülü...
*
Her ikisinin de özelliği Avrupa’nın kuzeyinden oluşları...
Yine Nietzsche’nin deyişiyle “Apolloncu” karakterde teknik direktörler...
Karakterlerini müziğin, sanatın, şiirin ve aklın gücünden almış.
Akılcılık ve serinkanlılık, duygusallığını kontrol ediyor. Duygusallık aklı teslim alamıyor.
Yani tek kişilik öfke, bütün takımın ruhu haline gelemiyor.
Ve kırmızı kart görmüyorlar...
Hep ne diyorum...
Futbol, sadece futbol değildir...
Tribün, kulübe ve saha bir toplumun karakterinin aynasıdır. Tabii ki siyasetçilerinin de...
BİR ÜLKENİN POLİS VE YARGISINI YIKIP İNŞA ETTİREN BİR SERİ KATİL
HAFTA sonundan beri bu genç adamın portresine bakıyorum...
Adı Yoo Young-Chull...
Güney Koreli bir seri katil o...
2000’li yılların başında Seul şehrinde başlayan esrarengiz cinayetlerin sanığı...
Öldürdüğü insan sayısı hâlâ tam olarak bilinemiyor.
20’e yakın insanı öldürdüğü kesinleşti ama dahasının da olduğu sanılıyor.
Bir tür “Kuzuların Sessizliği” filminin kahramanı Hannibal Lecter gibi...
Aynı zamanda yamyamlığı var.
Öldürdüğü insanların ciğerini yiyor.
İşte bu adamın hayatı belgesel bir dizi haline getirildi ve Türkiye’de de streaming platformlarda geçen haftadan itibaren yayınlanmaya başladı.
Adı “Raincot Killer” (Yağmurluklu Katil)
Bebek yüzlü bir genç adam...
Yolda yanınızdan geçse asla katil olacağına ihtimal veremezsiniz.
Ama müthiş bir egosu var...
Kendini tanrı gibi yenilmez olarak görüyor.
İşlediği her cinayeti anlatırken, “Anlatırsam dünya altüst olur” diye başlıyor.
*
Ancak üç bölümlük dizi, sadece bir seri katilin hikâyesi değil.
Aynı zamanda Güney Kore polisinin ve yargı sisteminin de sefaletini anlatıyor.
Nitekim seri katilin yakalanması ve yargılanması sırasında yaşanan skandallar ve yanlışlar nedeniyle Güney Kore’de büyük bir siyasi tartışma başlamış.
Sonunda polis teşkilatı ve yargı sistemi baştan sona değişmiş...
BAKALIM BELLUCİ’YE GÖRE MARİA CALLAS’IN EN BÜYÜK AŞKI KİM OLACAK
14 Aralık gecesi Zorlu’daki bu gösteri kaçmaz diyeceğim...
Ama nazar değmesin diye demiyorum.
Çünkü bu akşam New York’ta Ahmet Ertegün için düzenlenecek anma gecesinde olmayı çok istemiştim.
Ama COVID-19 pozitif çıkınca gidemedim.
O nedenle 14 Aralık için bir şey demiyorum.
Ama o gece şimdiden gözümün önünde...
Monica Belluci, Maria Callas, “Mektuplar ve Anılar” isimli bir oyunu sahneye koyacak.
Mektuplar söz konusu olunca aklıma hemen Renzo Allegri’nin 2010 yılında yayınlanan “Maria Callas; Lettres d’Amour” (Aşk Mektupları) adlı kitabı geliyor. Herkes Callas’ın en büyük aşkının Onassis olduğunu sanır.
Oysa mektuplar, en büyük aşkının İtalyan iş insanı Giovanni Meneghini olduğunu göstermişti.
Bakalım Belluci’nin, Tom Volf’un yönettiği “Maria by Callas” filminden esinlenen oyunu bize ne diyecek bu konuda...
Paylaş