Die Hard 4

BRUCE Willis'in oynadığı ünlü ‘‘Die Hard’’ (Zor Ölüm) filmlerinin dördüncüsü çekilseydi, herhalde böyle olurdu.

Önceki akşam saat 22.05'te Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün üzerinde bloke olmuş beklerken bunu düşündüm.

Size o dakikaları anlatmalıyım.

KORKU FİLMİ GİBİ

Müthiş bir fırtına var.

Köprü beşik gibi sallanıyor.

Önümde en az beş kamyon, rüzgárın etkisiyle bir anda olduğu yerde dönüp yolu kapatıyor.

Özellikle kasasında tente bulunan kamyonlar, fırtınada bir yelkenli gemiye dönüşüyor.

Tam önümde bir kamyonun sürücüsü kasanın üzerine çıkıp tenteyi sökmeye çalışıyor.

Kamyon sırtını neredeyse köprünün korkuluğuna dayamış.

Üstündeki sürücü köprüden uçtu uçacak.

Gözümün önüne San Francisco depremini anlatan filmde káğıt gibi buruşan köprüler geliyor.

Etraf koyu bir tipi ile iyice kararmış durumda.

Her zaman alışık olduğum o Boğaz'ın ışıkları yok olup gitmiş.

Ve önümdeki arabalar santim santim bile ilerlemiyor.

Yan tarafımdan insanlar geçiyor.

Belli ki otobüslerden, araçlardan inip yürüyerek karşıya geçiyorlar.

İşte o an Bruce Willis'i görüyorum.

Die Hard 2 filminde, tipi altındaki o havaalanı aklıma geliyor.

Bundan önceki kar çok romantikti.

Kendimi tatile çıkmış çocuk gibi hissetmiştim.

Önceki akşamki ise bir kábustu.

Önceki gece cep telefonu denilen buluşun ne kadar önemli bir şey olduğunu bir kere daha anladım.

Buradan bütün cep telefoncularına büyük bir teşekkür iletiyorum.

İstanbul'da elektrik çöktü, doğal gaz gitti, devlet ve belediye yok oldu.

Ama cep telefonları tıkır tıkır çalıştı. Yollardaki o kadar insan aynı anda konuştuğu halde şebekeler çökmedi, hatlar meşgul sinyali vermedi.

FİLMİ GERİ SARALIM

Saat 2 civarında biraz sakinleşirken, gecenin film şeridini geriye sararak kareleri tek tek seyrettim.

İlk kare gazeteden çıktıktan sonra, TEM yoluna girmeden önceki ara yolda gördüğüm sahneydi.

Biz yolun sağından gidiyorduk. Yol çift yönlü olduğu halde, solumuzdan iki şerit halinde araba geçiyordu.

Nitekim üç dakika sonra yol bizim gittiğimiz istikamette üç şerit halinde tıkandı.

SAĞ ŞERİT DEVREDE

Karşı tarafta da üç şerit halinde gelen arabalar vardı. Sol şeritteki uyanıklar sayesinde, tıkanmış yolda karşı karşıya iki saat bekledik.

TEM yolu hızlı olmasa da akıyordu.

Ancak bir süre sonra yol yine tıkandı. Bu defa zincirsiz yola çıkan araçlar yolu tıkamaya başlamıştı.

Yol tıkandığı anda, bu defa sağ şerit uyanıkları devreye girdi.

Sağ taraftaki emniyet şeridi anında doldu.

Böylece köprünün girişine doğru felaket başladı.

Bu havada yola çıkmaması gereken TIR'lar, zincir takmamış özel araçlar ve emniyet şeridini dolduran uyanıklar el ele vererek geceyi berbat etti.

Ve asıl soru.

Devlet tedbirini almamıştı da acaba bizler almış, üzerimize düşeni yapmış mıydık?

Gündüzden planlamayı yapamayan, çalışanlarını erkenden evine gönderemeyen, gece ekibini erkenden getiremeyen, gazete dağıtımını önceden tam olarak planlayamayan, binada mahsur kalan personelini yatıracak yeri bile düşünemeyen bizler daha mı tedbirliydik?

Sabah gazeteye geldiğimde herkes tepkiliydi.

Çok tartıştık.

Sadece ‘‘devlete yüklenmenin’’, yalnızca ‘‘belediyeyi suçlamanın’’ belki okuyucunun hoşuna gidecek bir davranış olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bizim hoşumuza gidecek, o anki öfkemizi dindirecek manşet de bu olurdu.

Ama içimizden bir ses bize şunu da soruyordu.

Devlet beceriksiz, belediye beceriksiz.

Ama bizler de vatandaş olarak üzerimize düşen görevi yaptık mı?

VİCDANIN AYNASI

Cevabı içimizdeki vicdan denen o şey verdi:

Hayır, yapmadık.

Öyleyse, bunu da yazmak gerekmez miydi?

İşte bugünkü manşetimiz böyle bir vicdani muhasebenin aynası oldu.
Yazarın Tüm Yazıları