El Pais Gazetesi’nde yayınlandığı gün, özellikle çıplak erkeği gösteren fotoğraf üzerine epey konuştuk.
O fotoğraf Berlusconi’ye mi ait diye epey tartıştık.
Sağ bileğinde saat gibi bir şey vardı.
Berlusconi’nin arşivdeki fotoğraflarına baktık.
Hiçbirinde sağ kolunda bir saat görünmüyordu.
Zaten o fotoğrafı yayınlamama kararı almıştık.
Meğer aynı saatlerde Çek gazetecileri de benzer bir araştırma yapıyormuş.
Onlar, başbakanlarının sağ koluna taktığı bilezikten uyanmışlar.
İş ortaya çıkınca başbakan da "Evet, fotoğraftaki erkek benim, ama üzerinde tahrifat yapılmış" diye açıklama yaptı.
Böylece bütün dünyanın merakı giderilmiş oldu.
Geriye sadece "fotoğraf üzerindeki tahrifatın ne olduğu" geyikleri kaldı.
* * *
Kim ne derse desin, ben Berlusconi’yi de seviyorum.
Evinde başbakan arkadaşı ile parti yapıyor.
Beğendiği kızlara siyaset yolunu açıyor.
Saç ektiriyor, yüzünü gerdiriyor.
Yüzüne fondöten sürüyor.
Depremden sonra bile espri yapabiliyor.
Ve oylarında öyle dramatik düşüşler olmuyor, yerini koruyor.
Üstelik bütün bunları dünyanın en Katolik ülkesinde yapıyor.
Aurasını, hayat tarzını, karakterini, neşesini hayatının her alanına taşıyabilen insanları seviyorum.
Onları, meydan okuyan, put kıran, paradigma parçalayan insanlar olarak görüyorum.
Tabii her yerde "farklı olmak adaba aykırı" sayılır.
O insanlar bir de yaptıkları işte başarılı olurlarsa, dünyanın bütün kara düşüncelilerinin, sıradan vasat fertlerinin, başarısız, rate mensuplarının hedef tahtası olurlar.
O yüzden her gün dayak yerler, vasatların vahşi saldırılarına maruz kalırlar.
Ama Avrupa Parlamentosu seçimleri, siyasi sırtlanların iştahını kursağında bıraktı.
Başbakan arkadaşı ile yaptığı ev partisi yüzünden Berlusconi seçimi kaybeder umuduyla ellerini ovuşturanlar hüsrana uğradı.
Peki bu iyi bir şey midir?
Başarısızlıklarını, beceriksizliklerini, başkalarının mahrem hayatı üzerinden çekip aldıkları örtülerle kapatmaya çalışanlar iyi bir şamar yedi.